FELSEFE

ARİTMETİK

GEOMETRİ

ASTRONOMİ

SANAT - MÜZİK

FİZİK

BİYOLOJİ

MİMARLIK

-YENİÇAĞ (AYDINLANMA ÇAĞI olarak da adlandırılır.) MS 16.yy dan günümüze: Burada nesnellik bir şart iken, sadece duyumsama yeterli değildir. Yeniçağda, bilginin doğuştan var olup olmadığı konusu üzerinde durulmuştur.
-Deneycilik, empirizm veya ampirizm, bilginin duyumlar sayesinde ve deneyimle kazanılabileceğini öne süren görüştür. Deneyci görüşe göre insan zihninde doğuştan bir bilgi yoktur. İnsan zihni, bu nedenle boş bir levha (tabula rasa) gibidir.Deneycilik akılcılığın karşıtıdır. Akılcılığa karşıt olarak deneycilik, yalnızca duyum ve deneyimle temellenen bilgileri bilgi olarak kabul etmektedir. Bu tanıma göre, insan bilgisinin tek kaynağı deneyim ya da duyumdur. Bilginin kaynağında aklı gören rasyonalizm geleneğine karşıt olarak deneycilik her tür bilginin sonradan deneyimle, duyumlarla elde edildiğini ileri süren bir felsefi temele sahiptir.İlk Çağ felsefesinde deneycilik, izlenimcilik ve duyumculuk akımlarının öncüsü sayılabilecek yaklaşımlar ortaya konulmakla birlikte, asıl olarak deneyciliğin sistematik bir felsefe olarak ortaya konulması Yeni Çağ olarak adlandırılan dönem ile birlikte meydana gelmiştir. Bu evrede deneycilik ilk çağ felsefesindeki duyumculuktan belirli ölcülerde ayrılarak sistematik bir yönelime girer. İngiliz deneyciliği olarak bilinen ünlü empirizm akımı yalnızca empirizmin en önemli akımı olmakla kalmaz, felsefe tarihi içinde de belirleyici bir öneme sahiptir, özellikle bilgi sorunsalı açısından kendi açmazlarıyla birlikte derinlikli çalışmalar ortaya koymuşlardır. Locke, Berkeley ve Hume İngiliz deneyciliğinin tartışmasız isimleridir ve kendilerinden sonraki felsefenin yönünü etkilemişlerdir.
-DESCARTES (1596-1650) ile matematik ölçümleme ve kartezyen (Descartes kuşkuculuğu) şüphecilik, bilgiyi, duyumlar yolu ile elde edilen bulguların matematiksel ispatlarla kabulüne taşımıştır.
Descartes sıklıkla, yaklaşımı Batı feslefesinin gidişatını derinden değiştiren ve modernite için temel oluşturan düşünür olan Batı Feslefesinin babası olarak anılır. Meşhur metodik şüpheyi formüle eden İlk Felsefe Üzerine Meditasyonların (Meditations on First Philosophy) ilk ikisi, Descartes'ın yazılarının modern düşünceyi en çok etkileyen bölümünü temsil eder. Descartes'ın kendisinin bu devrimci hareketinin boyutunu anlamadığı ileri sürülmüştür. Descartes, tartışmayı; 'doğru olan nedir ?' (what is true?) den 'hangisinden emin olabilrim ?' (of what can I be certain ?) e kaydırırken, tartışmaya açık bir şekilde, gerçeğin yetkili garantörünü Tanrı'dan insalığa kaydırdı (her ne kadar Descartes kendisi vizyonlarını Tanrı'dan aldığını iddia etse de) geleneksel 'hakikat' kavramı dışsal bir otoriteyi ima ederken, 'kesinlik' ise bunun yerine bireyin yargısına dayanır.
-Antorposentrik bir devrimde, insan şimdi bir özne, bir fail, özgürleşmiş özerk akılla donatılmış bir düzeye yükseltilir. Bu, modernitenin temelini oluşutran, yankıları hala hissedilen devrimci bir adımdı: insanlığın Hıristiyan vahiy hakikatinden ve kilise doktirininden kurtuluşuydu; insanlık kendi yasasını yapıyor ve kendi tavrını koyuyor. Bu şekilde, her insan, Tanrı'ya itaat eden bir çocuktan farklı olarak, akıl yürüten bir yetişkin, bir özne ve aracı haline getirilir. Perspektifdeki bu değişiklik, diğer alanlarda beklenen ve şimdi felsefe alanında Descartes tarafından formüle edilen bir geçiş olan Hristiyan Ortaçağ döneminden modern döneme geçişin özelliğiydi. Martin Heidegger'e göre, Descartes'ın çalışmalarının perspektifi aynı zamanda sonraki tüm antropoloji için temel sağladı.
-SPİNOZA (1632-1677) Beden ve ruhun birbirlerine olan üstünlükleri yerine paralelliklerini savunan Spinoza ereksel bir nedenselliğe de karşı çıkmıştır.
-John LOCKE (1632-1704) Avrupa'daki aydınlanma ve Akıl Çağı'nın gerçek kurucusu olarak kabul edilir. Ancak duyumsama sürecinde zihin yasalarına başvurulduğu için “öznel düşünce ilkeleri” kabul edilmektedir. Tabula Rasa; zihin doğuştan boş bir levha olarak kabul edilmiş. Bilişsel psikoloji ile bilginin kaynağının deneyim, duyumsama ve algı olduğuna varılmış.
-LEİBNİZ (1646-1716) Leibniz, Rene Descartes ve Baruch Spinoza ile beraber rasyonalizmin (akılcılık)17. yüzyıldaki en büyük savunucularından biri oldu.
-MONTESQİEUX (1689-1755) Bir siyaset sosyolojisi geliştiren Montesquieu, esas ününü toplum, hukuk ve yönetim tarzı konusunda gerçekleştirdiği karşılaştırmalı araştırmadan almıştır. Siyaset ve hukuk konusunda tümevarımsal ve deneysel bir yaklaşımı benimseyen filozof; olguları kaydetmek yerine anlamayı, görüngüleri konu alan karşılaştırmalı bir soruşturmayı, tarihsel gelişmenin ilkelerine ilişkin sistematik bir araştırmanın temeli yapmayı itmiştir. Siyaset konusuna, şu halde bir tarih filozofu olarak yaklaşan Montesquieu, farklı politik toplumlardaki farklı pozitif hukuk sistemlerinin çok çeşitli faktörlere, örneğin; halkın karakterine, ekonomik koşullarla iklime, vs. göreli olduğunu söylemiştir. O, işte bütün bu temel koşullara "yasaların ruhu" adını vermiştir.
-VOLTAİRE (1694-1788) Voltaire, ilerleme fikrini aklın egemenliği olarak tanımlamıştır ve bu düşünceyi temsil eden en önemli isimlerden biridir. İlerleme teriminden, entelektüel, bilimsel ve ekonomik ilerlemeyi anlamıştır. Toleransın bilimsel ve ekonomik ilerleme için kaçınılmaz olduğuna inanmış ve bu nedenle toleransı savunmuştur. Aynı şekilde, düşünce ve ifade özgürlüğünün yanı sıra politik özgürlüğün de yılmaz bir savunucusu olmuştur. Locke gibi, devletin insan haklarına saygı göstermesi gerektiğini savunmuştur. Voltaire, felsefi açıdan orijinal bir filozof olarak tanınmaz ancak, yeni empirizmin prestijini ve anlaşılmasını artırmada büyük bir rol oynamıştır. Locke'u, aydınlanmış çağdaşlarıyla (enlightened contemporaries) birlikte, insan zihnine Newton'ın doğaya yaptığını yapmış bir deha olarak görmüş ve büyük bir saygıyla karşılamıştır.
-David HUME (1711-1776)’de ise duyumsanan şeylerin izlerinin oluştuğunu ancak sonra zihinsel karşılıkları ile idelere dönüştükleri savunuluyor. Bu zihinsel fonksiyonlar imgelem ve bellek olarak adlandırılıyor. Empirizmden (deneycilik) ten farklılaşıp, Epistemolojik (bilgi kuramı) algı sistemi geliştiriliyor.
-Jean Jacques ROUSSEAU (1712-1778) Rousseau toplumsal konularla ilgilenmiş, eşitlik, özgürlük konularında düşünce üretmiştir. Fransız Devrimini etkilemiş, ulus-devlet anlayışını benimsemiştir.
ÇİN VE AVRUPA AYDINLANMASI
Cizvitler, eğitime ağırlık vererek, Çin ve Avrupa dünyaları arasında köprü kurmanın ön safındaydı. 1601'de İtalyan Cizvit Matteo Ricci (1552-1610) Pekin'e geldi ve bir Katolik misyonu kurdu. Önündeki iki yüzyıl boyunca Cizvitler ve diğer Katolik tarikatlarının üyeleri, yaklaşık 250.000 Çinli'yi Hristiyanlığa dönüştürürken Qing sarayıyla yakın bağlantılar kurdu. Eğitime olan güçlü ilgileri ve kendi yüksek eğitim seviyelerinden dolayı, birçok Cizvit Qing sarayının güvenilir üyeleri haline geldi ve Astronomi Kurulu'nun kontrolü gibi önemli görevler aldı. Bu Avrupalılar gördüklerini, Cizvit faaliyetlerinin Avrupa merkezi olan Paris'te, genellikle Fransızca veya Latince kitap olarak yayınladılar. Bunlar arasında Çinlilerin Filozofu Konfüçyüs (Philosopher of the Chinese-1687); Çin (Description of China-1735) hakkında 4 ciltlik açıklama; 34 ciltlik (1702-76) uzun seri Edifying and Curious Letters ; Çin'in Genel Tarihi, 13 ciltte (General History of China-1777–85); ve 16 ciltte (Memoirs on the History, Sciences, Arts, etc., of the Chinese 1776-1814) Çin Tarihi, Bilim, Sanat, vb. üzerine Anılar.
Çin siyasi sistemi, Avrupalıların kendi monarşik siyasi sistemlerinde ve kilise prosedürlerinde alternatifler geliştirmeye başladığı bir dönemde Voltaire (1694-1778), François Quesnay (1694-1774) ve Gottfried Leibniz (1646-1716) gibi birçok Avrupalı ​​düşünür tarafından incelenmiş ve alıntılanmıştır. Çin konusunda bir "uzman" olarak kabul edilen Alman filozof Leibniz, Çin ve Batı kültürünün en iyi unsurlarının birleştirilmesiyle gerçekten evrensel yeni bir medeniyete ulaşılabileceğini savundu. Bu argümanı Novissima Sinica (Çin'den Son Haberler) adlı 1697 tarihli küçük bir kitabında yayınladı. Avrupalı ​​filozofları özellikle ilgilendiren, yetki kavramı - imparatorun yalnızca ilahi yetki ile yönettiği ve işler ters gittiğinde, yetkinin kaldırıldığına dair bir işaret olduğu fikriydi. Derk Bodde'nin öne sürdüğü gibi, Avrupa Aydınlanma düşünürleri, özellikle Avrupa'daki gibi feodal bir aristokrasinin gelenekleri aracılığıyla değil, memurlarını, pozisyonlarını, ancak devlet tarafından uygulanan bir dizi sınavı geçerek, bilgilerini kanıtladıktan sonra kazanan, yüksek eğitimli bir grup bilim adamı olan mandarinler tarafından hükümet gücünün müzakere edildiği bir ülke olarak Çin'i özellikle takdir ettiler . Sadece küçük, ayrıcalıklı bir grup için değil, bir bütün olarak halkın yararına yönetecek "aydınlanmış bir despotizm" yaratmak onların amacı haline geldi. Bu kavramı, özellikle lideri François Quesnay'in gerçekten aydınlanmış bir despotizmin bir örneği olarak The Despotism of China (1767) adlı kitabını yazdığı Fizyokratlar olarak bilinen iktisatçıların çalışmalarında savundular. Quesnay, modern ekonominin ufuk açıcı düşünürü Adam Smith'in (1723–90) fikirlerini etkiledi.
Hükümdarı aynı zamanda bir filozof kral olan (Platon'un "filozof-kralı") Qing Çin'inden öğrenen aydınlanma düşünürlerinin en ünlüsü Voltaire idi, Çinlilerin kendi dini fikirlerini başkalarına dayatmadıkları fikrinden etkilendi. 1764'te "Çinlilerin erdemlerine kafayı takmaya gerek yok," diye yazmıştı, "onların imparatorluğunun gerçekte dünyanın gördüğü en iyi şey olduğunu kabul etmek." yeter. 1755'te Voltaire, eski bir Çin oyunundan uyarlanan The Chinese Orphan oyununu, Rousseau'nun (1712-78) tarihi, sanatı ve diğer kültürel yapıları kınayan "doğaya dönüş" teorilerini, insan doğasının doğal güzelliğini bozduklarını çürütmek için yazdı. Buna karşın Voltaire, Çin medeniyetinin işgalci Moğollara karşı kazandığı zaferin örneğini göstererek, üstün medeniyetlerin, barbarlığın üstesinden gelebileceğini savundu.

18. yüzyılda, Avrupalı ​​Aydınlanma düşünürleri Kilise ve mahkemenin emirlerinin yerini alacak daha eşitlikçi, liyakate dayalı modeller ararken, Çin jinshi sistemine döndüler. Rekabetçi sınavlarla seçilecek bir kamu hizmeti fikri, Çin bürokrasisi üzerine yapılan çalışmalardan ortaya çıkar ve herkese açıktır. İlk yazılı kamu hizmeti sınavları 1702'de Avrupa üniversitelerinde yapıldı. Fransızlar, Fransız Devrimi'nden sonra 1791'de kamu hizmetlerini kurdular. İngilizler, başlangıçta yalnızca 1806'da kamu hizmeti sınavlarını, İngiliz Doğu Hindistan Şirketi'ne işe alım için kurdular. Amerika Birleşik Devletleri 1885'ten sonra bazı idari pozisyonlar için sınavlara ihtiyaç duymaya başladı. Mimar, yapı mühendisi, avukat veya yeminli muhasebeci olarak kayıtlı olması gerekenler gibi çağdaş lisanslama sınavları da orijinal Çin sisteminin mirasıdır. (A Global History of Architecture)


-Aydınlanma döneminde matematik biliminde devrim yaratacak yeni bir ilke bulunamamış ve matematikçiler, pratiğe yönelik çalışmalar yapmışlardır. Örneğin mekanik ve astronominin ortaya koyduğu sonuçları çözmüşler, akışkanların hareketini, titreşim problemlerini, rüzgarla dolmuş bir dikdörtgen yelkenin biçimini incelemişler, Newton'ın çalışmalarından yararlanarak sonsuz küçükler hesabını geliştirmiş ve matematiği bir araç olarak yetkinleştirmişlerdir. Sonuçta matematiğin önü açılarak evrensel bir bilim konumuna getirilmiş, kalkülüsün bir aracı olan diferansiyel denklemler yardımıyla bilimsel fizik ve mühendislik bilimleri doğmuştur.
-METROLOGY Kökenleri M.Ö 2900 lere uzanan ağırlık, zaman, mekan v.b.g ölçü birimlerinin bilimsel çalışması, dünyanın farklı kültürlerinde farklı ölçü birimleri kullanılmasına yol açtıysa da, Fransa Devriminden sonra 1795'te uzunluk ölçüsü birimi olarak metrenin kabul edilmesiyle birlikte 18oo'lerden itibaren uluslararası ortak ölçü birimleri standardı ve bilimi olarak Metrolojinin başlangıcını görüyoruz.
-17. yüzyılda Napier (1550-1617), Briggs (1561-1630) ve diğerleri logaritmayı keşifleriyle bir hesap bilimi olarak matematiğin gücünü alabildiğine artırmışlardır. Galilei'nin öğrencisi Bonaventura Cavalieri (1598-1647) alan ve hacim hesapları için kendi sonsuz küçükler yöntemleri ile kalkülüse (diferansiyel ve integral hesabı ya da sonsuz küçükler hesabı) doğru yol almıştır. ("Matematiğin Kültürel Tarihi"-Zeki Tez-2011)
-François VIETE (1540 -1603) 16. yüzyılın başlarından itibaren yapmış olduğu çalışmalar cebirin temellerini oluşturmuştur. Aritmetik alanında, altmışlık kesirlerden çok ondalık kesirlerin kullanılmasını savunmuştu. Onun en önemli başarısı, denklemler kuramını geliştirmesiydi.
-Blaise PASCAL (1623 –1662) Fransız bir mucit,matematikçi, fizikçi,yazar ve filozof idi. Rouen’de vergi tahsildarı olan babası tarafından eğitilen bir çocuk dahiydi. Pascal’ın ilk çalışmaları doğa bilimleri ve uygulamalı bilimler alanındaydı. Bu dönemde, akışkanlar ile ilgili çalışmalara büyük katkılarda bulunmuştur ve Evangelista Torricelli’nin çalışmalarını genelleştirerek basınç ve vakum kavramlarını açıklığa kavuşturmuştur. Aynı zamanda Pascal, bilimsel yöntemi savunmuştur.
-Gottfried Wilhelm LEİBNİZ (1646-1716) Isaac Newton’dan bağımsız olarak "Sonsuz küçük" teorisini geliştirdi. Leibniz’in bu formülü yayınlandığından bu yana hâlâ kullanılmaktadır. Geliştirdiği homojenitenin deneyüstü kanunu ve süreklilik yasası yirminci yüzyılda matematiksel karşılık buldu (standart dışı analiz aracılığıyla). Mekanik hesaplayıcılar alanında en üretken insanlardan biri oldu. Pascal’ın hesaplayıcısına otomatik çarpma ve bölme fonksiyonlarını eklemeye çalışırken, 1685’te çarklı hesaplayıcıyı ilk tanımlayan insan oldu ve aritmometre -ilk toplu üretilen mekanik hesaplayıcı- kullanarak Leibniz çarkını icat etti. Ayrıca ikili sayma sistemini rafineleştirdi, bu çalışması tüm dijital hesaplayıcıların soyut temelini oluşturdu.
-Johannes von Luneschlos (ölm.1699), 1646 yılında, matematiğin aritmetik, statikve geometriye ayrıldığını söylemişse de 17. ve 18. yüzyılın yürüyüşünde matematik disiplinlerinin sayısı yirmiyi aşmıştır.
17. ve 18. yüzyıl bilimler sınıflandırılmasında buna uygun olarak mimarlık ve yapı sanatı, matematiksel bilimler arasında yer almıştır. Tüm matematik fakülteleri, niceliklere, aşağıdaki geleneksel düzenleme şemasına uygun olacak şekilde belirli tarzda uğraşmışlardır.

-Johannes Kepler (1571-1630)'de bu şemada görülen karakteristik sapma, Kepler'in müziği sürekli bir nicelik saymasıdır.("Matematiğin Kültürel Tarihi"-Zeki Tez-2011)
-1637 yılında René DescartesLa Géométrie isimli kitabını yayınlamıştır ve analitik geometrinin ilk temelleri atılmıştır. (Wikipedia/Cebir)
-René DESCARTES (1596-1650)'ın en kalıcı miraslarından biri, geometriyi tanımlamak için cebiri kullanan, kartezyen veya analitik geometriyi geliştirmesiydi. Descartes 'denklemlerde bilinmeyenleri x,y, ve z ile bilinenleri a,b, ve c' ile temsil etme geleneğini icad etti. Ayrıca, kuvvetleri veya üsleri göstermek için üst simge kullanan 'standart gösterime' öncülük etti; örneğin, x kareyi belirtmek için 2'yi x2 şekilnde kullandı. Cebiri bilgi sisteminde, özellikle soyut, bilinmeyen nicelikler hakkında akıl yürütmeyi otomatikleştirmek veya mekanikleştirmek için bir yöntem olarak kullanarak temel bir yere atayan ilk kişiydi. Avrupalı matematikçiler daha önce geometriyi cebirin temeli olarak hizmet eden daha temel bir matematik biçimi olarak görmüşlrerdi. Cebirsel kurallara Pacioli, Cardan, Tartaglia ve Ferrari gibi matematikçliler tarafından geometrik ispatlar verildi. Üçüncü dereceden daha yüksek denklemler gerçek dışı olarak kabul edildi, çünkü küp gibi üç boyutlu bir biçim gerçekliğin en büyük boyutu olarak yerini aldı. Descartes, a2 (a-kare) soyut miktarının bir alanı olduğu kadar bir uzunluğu da temsil edebileceğini iddia etti. Bu, ikinci kuvvetin bir alanı temsil etmesi gerektiğinde ısrar eden François Viete gibi matematikçilerin öğretilerine aykırıydı. Descartes konuyu takip etmese de, daha genel bir cebir bilimi veya 'evrensel matematiği' tasavvur etmede, mantıksal ilke ve yöntemleri sembolik olarak kapsayabilen ve genel akıl yürütmeyi mekanikleştirebilen sembolik matık'ın öncüsü olarak, Gottfried Wilheim Leibniz'den önce geldi. Descartes'ın çalışması, Newton tarafından geliştirlen hesap ve sonsuz küçükler hesabını teğet doğru problemine uygulayan Leibniz için bir temel sağladı, böylece modern matematiğin bu dalının evrimine izin verdi. Onu işaretler kuralı da bir polinomun pozitif ve negatif köklerinin sayısını belirlemek için yaygın olarak kullanıldı.
-Bonaventura CAVALİERİ (1598-1647), geometri çalışmaları sonucunda, daha önceden bilinen bir gerçeklik olsa da "eşit yüksekliği olan iki katı cismin, eğer zemin düzleminden aynı yükseklikteki düzlemsel ara kesitlerinin alanı da eşitse, bu cisimlerin hacimleri de birbirine eşittir" diye ifade edilen, kendi adıyla bilinen "Cavalieri prensibi" olarak da anılan kurama ulaştı. Doğrusu bu prensibin Çin Zu Gengzhi (480-525) tarafından da keşfedilmiş olduğu gerçeğidir. Burada Cavalieri bu kuralı daha önceden bulunmuş olduğunu bilerek veya bilmeyerek Çinli bilginden yıllar sonra bilim dünyasına yeni bir yayın olarak kazandırmıştır.
-Avrupa'da, 17. yüzyıl başlarında matematik ile diğer bilimleri, teknik ve ticaret arasında gitgide artan verimli bir alışveriş kurulmuştur. Uluslararası ticarette, seyrüseferde, kentlerin kurulmasında ve silah donanımında ortaya çıkan pratik sorunlar cebir, geometri ve hesap biliminde yeni temel gelişmelere yol açmıştır. Yüzyılın ilerleyişinde Thomas Harriot (1560-1621) ve William Oughtred (1574-1660) gibi matematikçiler, Arap matematikçilerin ortaçağda kullandıkları cebir tekniklerini yeniden keşfetmişler ve onları simgelerin yeni bir diliyle yendiden kaleme almışlar; Girard Desargues (1591-1665) ,Blaise Pascal (1623-1661) ve Rene Descartes (1596-1650) ise Geometri problemlerini kendi keşfettikleri yollarla yeniden araştırmışlar; John Napier (Neper) ( 1550-1617) hesaplama için 'logaritma' diye adlandırılan yeni bir aracı uygulamaya koymuş, ve Pierre de Fermat ( 1601-1665), 'türev'in bulunması bağlamında bir fonksiyonun maksimum ve minimum değerlerini bulma problemine sonsuz küçükler hesabı (differansiyel ve integral hesap ya da kalkülüs) yöntemini uygulamıştır. Gaspard Monge (1746-1783) tasarı geometriyi yaratmıştır. Böylece 17. yüzyılın sonlarında tüm bu gelişmeler, pratik bilime matematiğin en etkili katkılarından biri olarak 'kalkülüs' halinde bir araya getirilmiştir. 17. yüzyılda halkın kullanımına sunulu 'matematiksel' aletler olarak hesap makineleri, çizim aletleri, usturlablar, güneş saatleri, sektör ve sürgülü hesap cetveli bulnmaktaydı ve bunlar, dönemin zengin evlerindeki ilginç nesneler vitrinlerinde yerlerini almaktaydılar. Sonuç olarak Avrupalı matematikçiler Eski Yunanalıların yaklaşık on yüzyıl boyu ürettiğinden daha fazla matematiği 1550-1700 yılları arasında geliştirmişlerdi. ("Matematiğin Kültürel Tarihi"-Zeki Tez-2011)
-Jost Burgi (1552-1632)

-John Dee (1527-1608)
-Observatoire de Paris Bilime yönelik itici güç, özellikle sürekli yapılması ve güncellenmesi gereken sayısız deniz ve bölgesel haritalar tarafından daha da ileriye götürüldü; sömürge misyonlarının başarısı, doğruluklarına dayanıyordu. Ülkeler yeni kartografik bilgiler hakkındaki bilgilerini dikkatlice korurken, Fransız, Hollandalı ve İngilizlerin ana meridyenin yerini tartışması şaşırtıcı değildir.
-Perspektif Tarihi:
Oryantal Bakış Açısı: Hollandalı tüccarlar onyedinci yüzyılda Batı sanat eserlerinde ticarete başlayana kadar, Doğulu ressamlar doğrusal perspektifi keşfetmemişlerdi ve bu nedenle hiç kullanmamışlardı. 10x1metre boyutlarındaki Çin resimlerinde uygun olmayan tek bir bakış açılı perspektif yerine, izleyicinin dolaşıp doğanın enginliğiyle meşgul olma özgürlüğü yaratacak farklı bir 'düzlemsel perspektif' (açı koruyan izdüşüm) kullanıldı.
Daha sonra bu da yerini tepki olarak duygu ve birey olmayı ön plana çıkaran, akademik sanat, Sembolizm, İzlenimcilik, Fauvizm gibi 19. yüzyıl sanatsal akımlarına bırakmıştır. (Wikipedia/Sanat)
-Müzikal gözlemler Descartes'ın titreşen tellerin armonik tonlarına ilişkin ilk gözlemlerine yol açtı; bu da mekanik, boşlukta hareket ve en sonunda onun evrene ilişkin süreklilik teorisine ilişkin daha geniş değerlendirmelere yol açtı. Onun teorileri müzikal konular ve problemlerle sürekli diyalog içinde ortaya çıktı. (P. Pesic 2014)
Her ne kadar Isaac Newton katıldığı tek operayı terk etmiş olsa da, onun çalışmalarında müziğin önemli bir yeri vardı.4 İlk defterleri, onun müzik teorisi üzerine yakından çalıştığını ve pratikte "zarafet" konularına gösterdiği ilgiyi gösteriyor. On yıl sonra spektrumdaki renkleri tanımlamak için müzik ölçeğini uyguladı. Her ne kadar başlangıçta rengin kırmızıdan mora mükemmel bir oktav yayıldığını varsaymış olsa da, 8. bölüm Newton'un daha sonra rengin aslında daha küçük bir aralığa yayıldığını fark etmesini tartışıyor. Ancak bir oktavdan ayrılmanın ışığın dalga doğasına ilişkin güçlü bir kanıta işaret ettiğinin farkında değildi.
-Bilimsel gelişmeler 17. yüzyılın sonunda 18. yüzyılın başında büyük bir hız kazandı. 

Cambridge Üniversitesi'nde fizikçi olan Sir Isaac Newton (1642-1727) yaşamış olan en iyi bilim insanlarından biri olarak kabul edilir. Royal Social Of England enstitüsünden öğretim görevlisi olan Newton mekanik ve astronomi alanında önemli çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalarda bilinen kabullerden farklı olarak evrenin çalışması hakkında kabul edilebilir bilgiler vermiştir. Newton üç tane hareket kanunu ve bir tane evrensel çekim kanunu olmak üzere dört tane kanun yazmıştır. Evrensel çekim kanunu sadece düşen bir cismin hareketini açıklamakla kalmaz aynı zamanda uzaydaki gök cisimlerini hareketlerini ve birbirlerine uyguladıkları kuvvetleri açıklar. Bu gibi teoremleri elde etmek için Newton, matematikte yeni bir dal olan Calculus'u bulmuştur (Newton'un Calculus'u tabii ki de Leibniz'in Calculus'undan farklıydı). Bu bilim dalı ileride birçok bilim dalının önünü açacak ve öğrenilmesi gereken bir ders olacaktı. Özellikle fizik biliminde Calculus hayati bir öneme sahiptir. Newton'un bulduğu kanunlar onu daha ileriye taşıyacak ve çeşitli eserler vermesini sağlayacaktı. "Philosophia Naturalis Principia Mathematica" (Filozoflar için Matematiksel prensipler) adlı eserinde modern mekanik ve astronomi alanındaki gelişmelerden bahsetmektedir. Bu eser 1687 yılında yayımlanmıştır. Newton geleneksel Kartezyen sistemine dayanan mekanik sitemini çürütmek istiyordu. Newton daha önceden geliştirdiği üç kanununu ve evrensel çekim kanununu kullanarak, cisimlere etki edecek olan kuvvetleri göstermeyi planlıyordu. Sadece cisimlere etki edecek olan kuvvetler yeterli değildi. Cisimlerin hareketleri boyunca cisimlerin kütlelerine göre kuvvetler etki etmeliydi. Fakat gözlemlerde gökcisimleri tamamen Newton'un kanunlarına uygun olarak hareket etmiyordu. Newton bunun sebebini anlamak için teoloji ilmine ilgi duydu ve tanrının Güneş sisteminin devamlılığını sağlamak için güneş sistemine müdahale ettiğini savundu. (Wikipedia/Fizik_tarihi)
-Jean Le Rond d'ALEMBERT (1717-1783) kısmi diferansiyel denklemleri inceleyen bilim adamlarından biri olup akışkanlar mekaniği ile ilgili çalışmalar yapmıştır. ("Matematiğin Kültürel Tarihi"-Zeki Tez-2011)
-Mikroskobun icadı ile kılcal damarlar, al ve akyuvarlar, hücre ölçeğide incelemeler başlamış, biyolojinin ölçeğinde gözle görülemeyen büyüklükteki dünyanın incelenmesine adım atılmış. Mikroskobun ve teleskobun icadı yaklaşık olarak aynı döneme denk gelmektedir ve ölçeği değiştirmiştir. Miksokobun icadında öncüler >>
-ZACHARİAS ve HANS JANSSEN (1580-1638) -LEONARD DİGGEST (1520-1573) ve oğlu -THOMAS DiGGEST (1546-1593) sayılabilir.

-Sınıflandırma, adlandırma ve kategorize etme 17. ve 18. yüzyılın çoğunda doğa tarihinin en önemli konuları haline geldi. Carolus Linnaeus 1735 yılında doğal dünya için temel bir taksonomi yayınladı ve 1750 'lerde tün adlandırdığı türler için bilimsel adlandırmalar ileri sürdü. Linnaeus türleri belli bir hiyerarşinin değişmez parçaları olarak görürken 18. yüzyılın diğer önemli doğa bilimcisi Buffon türleri yapay bir kategorilendirme olarak değerlendirmiş ve hatta ortak ata kavramının olabilirliğini önde sürerek yaşayan türlerin değişebileceğini savunmuştur. Her ne kadar evrime karşı görüşleri olsa da Buffon evrim düşüncesinin gelişmesinde önemli yer tutmuştur ve eserlerin hem Lamarck'ın hem de Darwin'in evrim terorilerini oluşturmada etkili olmuştur. >>
Vesalius'un çalışmalarını yaşayan insanlar üzerinde deneyler yaparak geliştiren William Harvey ve diğer doğa düşünürleri kanın toplar ve atardamarlarının işlevlerini inceledi. Harvey'in 1628 yılına ait eseri De montu cordis Galen teorisinin sonunun başlangıcıydı ve Santorio Santorio'nun metabolizma üzerine olan çalışmalarıyla fizyoloji üzerine nicel yaklaşımlar üzerine etkili model oluşturdu.

17. yüzyılın başlarında biyolojinin mikro dünyası artık açılmaya başlamıştı. 16. yüzyılın sonlarından itibaren birkaç lens ustası ve doğa düşünürü kaba mikroskoplar yapmaya başlamıştı. Robert Hooke 1665 yılında kendi mikroskobuyla yaptığı gözlemleri Micrographia adlı eserinde yayınladı. Antonie van Leeuwenhoek'ün lens yapımında çok önemli gelişmeler kaydetmesiyle, 1670'li yılların başında tek lens ile 200 kat büyüme elde etmesiyle bilim adamları mikroskopik yaşamın yabancılığı ve çeşitliliği ile karşılaşarak ilk mikroorganizmaları keşfettiler. Jan Swammerdam'ın benzer deneyleri entomolojiye (böcek bilimi) yeni bir ilgi duyulmasını sağladı ve mikroskopik disseksiyon ile boyama tekniklerinin temeli atıldı. (Wikipedia/Biyoloji_tarihi)
-William HARVEY (1578-1657) tıp doktoru. >>
'Exercitatio Anatomica de Motu Cordis et Sanguinis in Animalibus' adlı kitabında kalbin dolaşımını ve işlevini, kılcal damarları keşfetti. Günümüzde kardiyoloji olarak ayrışan dalın başlangıcı sayılabilir. Modern fizyoloji biliminin öncülerindendir.

-Jean Baptiste van HELMOT (1577-1644) bitkilerin yalnızca suyla beslendiklerini açıklayan denemesinin kayıtlarını içeren 'Opuscula medica inaudita, ortus medicinae' (Duyulmamış Tıbbi Kitapçıklar, Şifalı Bitki Bahçesi) adlı eserini yayımlıyor. Helmot bir kimyager, fizyolog ve doktordu. Paracelsus ve iatrokimyanın yükselişinden hemen sonraki yıllarda çalıştı ve bazen "pnömatik kimyanın kurucusu" olarak kabul edilir. Van Helmont bugün büyük ölçüde kendiliğinden oluşum konusundaki fikirleri, 5 yıllık söğüt ağacı deneyi ve "gaz" (Yunanca kaos kelimesinden gelen) kelimesini bilimin sözlüğüne katkısı ile hatırlanıyor.
-Gian Alfonso BORELLi (1608-1694) alyuvar hücrelerinin mikroskopik yapısını inceliyor. 'De Motu Animalium' adlı ünlü eserinde hayvanların hareketlerine mekaniğin ilkelerini uyguluyor. Galileo'nun hipotezleri gözleme karşı test etme uygulamasını sürdürerek modern bilimsel araştırma ilkesine katkıda bulundu. >>
Matematik eğitimi almış olan Borelli, Jüpiter'in uyduları, hayvan hareketlerinin mekaniği ve mikroskopta kanın bileşenleri hakkında da kapsamlı çalışmalar yaptı. Ayrıca bitkilerin stoma hareketlerini araştırmak için mikroskopi kullandı ve tıp ve jeoloji alanında çalışmalar yaptı.

-Jan SWAMMERDAM (1637-1680) Hollandalı bir biyolog ve mikroskopistti. Böcekler üzerine yaptığı çalışma, bir böceğin yumurta, larva, pupa ve yetişkin yaşamındaki çeşitli evrelerin aynı hayvanın farklı biçimleri olduğunu gösterdi. Anatomik araştırmalarının bir parçası olarak kas kasılması üzerine deneyler yaptı. 1658'de kırmızı kan hücrelerini gözlemleyen ve tanımlayan ilk kişi oldu. Mikroskobu diseksiyonlarda kullanan ilk insanlardan biriydi ve teknikleri yüzlerce yıl boyunca faydalı kaldı. Swammerdam'ın Historia insektorum generalis'i , ölmeden önce geniş çapta tanındı ve alkışlandı.  >>
1680'de ölümünden iki yıl sonra Fransızca'ya, 1685'te Latince'ye çevrildi. 1705 Historia insektorum'un yazarı John Ray , Swammerdam'ın yöntemlerini övdü, onlar "en iyisiydi".  Swammerdam'ın  böcekler ve anatomi üzerindeki çalışmaları önemliydi, birçok güncel tarih onu keşifleri kadar mikroskoplarla olan yöntemleri ve becerisiyle de anıyor. Kan damarlarının görüntülenmesini kolaylaştırmak için balmumu enjeksiyonu da dahil olmak üzere örnekleri incelemek, korumak ve kesmek için yeni teknikler geliştirdi. İçi boş insan organlarının hazırlanması için icat ettiği bir yöntem daha sonra anatomide çok kullanıldı. Avrupa'daki çağdaşlarıyla yazışmıştı ve arkadaşları Gottfried Wilhelm Leibniz ve Nicolas Malebranche mikroskobik araştırmalarını kendi doğal ve ahlaki felsefelerini doğrulamak için kullandılar. Ama Swammerdam aynı zamanda 18. yüzyılın doğal teolojisini müjdelemekle de itibar kazanmıştır; Güneş Sistemi, mevsimler, kar taneleri ve insan gözünün anatomisi. Entomolojik çalışmalarının T. Floyd tarafından İngilizce çevirisi 1758'de yayınlandı.

-Nicaise Le FEBVRE (1610-1674) Traicte de la Chymie Theorique et Pratique (Kuramsal ve Uygulamalı Kimya İncelemesi) adlı eserinde solunan havanın işlevinin, kanın temizlenmesi olduğunu yazdı. Bu çalışma, on yedinci yüzyılın Fransız kimya öğretim kılavuzları dizisinde çok önemli bir konuma sahiptir. Teorik içeriği, Glauber'le birlikte, Fransız metinler dizisindeki iyatrokimya geleneğinin doruk noktasını temsil eder; Traicté'ye teorik giriş, kimyasal felsefenin bireysel ama ilginç bir sentezidir. Le Febvre için kimya veya doğal şeylerin tıp bilimi üç ana dala ayrılır: Felsefi kimyadan edinilen doğal fenomen bilgilerini medicina (tıp, hekimlik) pratiğine uygulamayı amaçlayan felsefi kimya; iatrokimya ve (Paracelsus) deneyimli kişilerin direktiflerine göre tek amacı ilaçların hazırlanmasını olan farmasötik kimya. Böylece kimya hem bilimdir hem de "Doğanın kendisini işlemeye indirgenmiş bir bilgisidir". Le Febvre'nin kimyasal teorisi eklektiktir ve Neoplatonik, Paracelsusçu, Helmontçu ve Aristotelesçi fikirlere dayanır. (Biyolojinin Kültürel Tarihi-Zeki Tez ve Encyclopedia.com)
-Marcello MALPIGHI (1628-1694) mikroskobik anatominin kurucusu, modern histoloji ve embriyolojinin öncüsü İtalyan hekim. Marcello Malpighi'den önce anatomi bilginleri ancak vücudun bölümlerini ayırdedip iç organların biçimleri üzerine bilgi verebiliyordu. Canlı maddenin bir parçasını mikroskopla inceleyen Marcello Malpighi, canlı organların çeşitli dokulardan, bu dokuların da çıplak gözle görülmeyen, değişik biçimlerde hücrelerden meydana geldiklerini ispatlamayı başarmış oldu. Malpighi, hücrelere ütrikül veya kesecik adını vermiştir.
Malpghi Hücre
Mikroskop yardımıyla civciv embriyosunun gelişimi üzerine ayrıntılı çalışmalar yapmıştır. De pulmonibus (Akciğer Üzerine) adlı eserinde ilk kez kurbağa akciğerlerindeki kılcal damarları belirleyerek kılcal kan damarlarının varlığını göstermiştir.
Malphighi Ciğer Galileo'nun optik merceğin yeni teknik başarısını Dünya'nın ötesindeki manzaralara uyguladığı gibi, Malpighi de kullanımını, şimdiye kadar hayal bile edilemeyen, yardımsız görüş seviyesinin altındaki canlıların karmaşık organizasyonuna genişletti. Dahası, onun yaşamı, vücut işlevine ilişkin hakim kavramları sorgulattı. Örneğin, kanın kılcal damarlardan geçtiğini bulduğunda, bu Harvey'nin haklı olduğu, kanın periferde, eskilerin düşündüğü gibi ete dönüşmediği anlamına geliyordu. Renal glomerüller, üriner tübüller, dermal papillalar, tat tomurcukları ve karaciğerin glandüler bileşenleri gibi birçok keşfinin tıbbi uygulamayı nasıl iyileştirebileceğini göremeyen düşmanları tarafından şiddetle kınandı. Antik fikirler ve modern keşifler arasındaki çatışma 17. yüzyıl boyunca devam etti. Malpighi, keşiflerinden hangi yeni çarelerin gelebileceğini söyleyemese de, mikroskobik anatominin canlıların ince yapısını göstererek eski tıbbın değerini sorguladığına inanıyordu. İnsanın fizyolojik değişimlerinin nihai olarak anlaşılması için anatomik temeli sağladı. El yazması on ciltlik eseri, bugün Bolonya Üniversitesi'nde saklanmaktadır.
-Robert HOOKE (1635-1703) bir bilim adamı ve mimar olarak aktif olan ve bir mikroskop kullanarak bir mikroorganizmayı ilk görselleştiren bir  İngiliz bilge idi. Hooke ayrıca Gresham Koleji'nde Geometri Profesörüydü .Hücre ilk defa 1665 yılında bir İngiliz bilim adamı olan Robert Hooke tarafından ölü mantar dokusunda boş odacıklar şeklinde keşfedildi. Robert Hooke incelemeleri sırasında gördüğü bu odacıklara hücre (cellula) adını verdi. İleriki yıllarda bu odacıkların boş olmadığı içinde canlıların yaşamsal olaylarını gerçekleştiren en küçük organizmalar olduğu anlaşıldı. 1665 yılında mikroskobu icat edip, ilk araştırmasında hücre adını verdiği ölü mantar hücresinin hücre duvarını görmüştür. Fizik bilimci Robert Boyle'un asistanı olarak Hooke, Boyle'un gaz yasası deneylerinde kullanılan vakum pompalarını yaptı ve kendisi deneyler yaptı. 1673'te Hooke en eski Gregoryen teleskopunu yaptı ve ardından Mars ve Jüpiter  gezegenlerinin dönüşlerini gözlemledi. Hooke'un 1665 tarihli kitabı Micrographia mikroskobik araştırmaları teşvik etti.
Robert Hooke
Optikte, özellikle ışığın kırılmasını  araştırarak, ışığın dalga teorisini çıkardı. Ve onunki, ısıyla genişleyen madde, havanın daha büyük mesafelerde küçük parçacıklar tarafından bileşimi ve enerji olarak ısı hakkında kaydedilen ilk hipotezdir. Dönemin İngiltere Kralı II. Charles'ın isteği doğrultusunda Christopher Wren ve Robert Hooke tarafından, yangının almış olduklarını anmak amacıyla bir anıt tasarlandı ve felaketin başlangıç noktası olan Pudding Sokağı'na yakın bir noktaya dikildi.
-Francesco REDI (1626-1698) 21 yaşında Pisa Üniversitesi'nden Tıp ve  Felsefe alanında doktora derecesi alarak İtalya'nın çeşitli şehirlerinde çalıştı.
Pisa Üniversitesi
Zamanında, bir rasyonalist olarak Aristotelesçi abiogenesis kuramı olarak da bilinen- kendiliğinden oluşum gibi mitlerin sıkı bir eleştirmeniydi. Esperienze intorno alla generazione degli insetti (Böceklerin Oluşumu ile İlgili Deneyler) adlı kitabında, çürümekte olan et üzerinde beliren kurtların, dışarıdan gelen sineklerin ete bıraktığı yumurtalardan oluştuklarını ileri sürüp bütün canlıların tohumlardan doğduklarını ve yine kendi tohumları aracılığıyla soylarını südürdüklerini savunarak 'kendiliğinden türeme' kuramını geçersizleştirdi. Biyoloji tarihi açısından bu kitap, büyük bir çağın başlangıcını gösteren bir kilometre taşıdır. Huxley tarafından biyogenez teorisi olarak adlandırılan bu büyük genellemenin deneysel kanıtlarıyla desteklenen ilk ve dolayısıyla en önemli ifadeyi kaydeder; bu teori, uygulamasında muhtemelen insanlığa diğer tüm bilimsel araştırma sonuçlarından daha fazla yarar sağlamıştır. Dönemin rahiplerinin, filozoflarının ve şairlerinin, her zaman ilgi çeken doğal fenomenler hakkındaki görüşleri, ara sıra mizahi yorumların canlandırdığı ciddi bir sadelikle ortaya konmuştur ve klasiklerden birçok ayrıntılı alıntı, ileri sürülen teorilerin kanıtı veya çürütülmesi olarak eklenmiştir. (Biyolojinin Kültürel Tarihi-Zeki Tez, Experiments On The Generation of Insects -Francesco REDI by Mab BIGELOW)
-John MAYOW (1645-1679) bugün solunum ve havanın doğası üzerine erken araştırmalar yürüttüğü için hatırlanan bir kimyager , doktor ve fizyolog. Mayow, bazen pnömatik kimya olarak adlandırılan bir alanda çalıştı.Priestley ve Lavoisier'den bir yüzyıl önce, oksijeni tam olarak keşfedemesede, Boyle'un deneylerindeki 'yanma için havanın gerekliliği'nden yola çıkarak, havanın daha küçük bir parçasının yanma olayına sebep olduğunu kanıtladı. Medico-Physical Works (1674) adlı kitabı içinde; bu parçaya "spiritus igneo-aereus" veya bazen "nitro- aereus " adını verdi. Treatise On Respiration aldı bölümde; Mayow, aynı parçacıkların solunumda tüketildiğini savundu, çünkü küçük bir hayvan ve yanan bir mum havayla dolu kapalı bir kaba konulduğunda mumun önce söndüğünü ve kısa süre sonra hayvanın öldüğünü buldu. Bununla birlikte, eğer mum yoksa, hayvan iki kat daha uzun yaşadı. Havanın bu bileşeninin yaşam için kesinlikle gerekli olduğu sonucuna varmış ve akciğerlerin onu atmosferden ayırıp kana geçtiğini varsaymıştır. Nefes almanın kalbi soğutmak veya kanın kalbin sağından sol tarafına geçişine yardımcı olmak ya da sadece onu çalkalamak olduğu şeklindeki zamanının yaygın fikirlerini reddeden Mayow, ilhamla, onu harekete geçirmek için bir mekanizma gördü. Oksijen, ısı üretimi ve kas aktivitesi için tüketildiği vücuda girer. Hatta belli belirsiz bir şekilde son kullanmanın bir boşaltım süreci olduğunu düşündü. Mayow, su üzerinde kavanoz kullanarak, bugün oksijen dediğimiz aktif maddenin havanın yaklaşık beşte birini oluşturduğunu gösterdi. Mayow'un çalışmalarının bazı bölümleri, hava ve yanma ile ilgili modern fikirlerle aynı fikirde görünüyor. Birkaç kez yeniden basılan ve Felemenkçe , Almanca ve Fransızca'ya çevrilen eserinin içeriği, onun zamanının çok ötesinde bir araştırmacı olduğunu gösteriyor. Mayow, kendisinden önce başkaları olduğu gibi, bazı malzemelerin güçlü ısıtmada ağırlık kazandığını kaydetti. Antoine Lavoisier (1743-1794) ve diğerleri daha sonra bu kazancı havadaki gaz halindeki bir malzeme (oksijen) ile reaksiyon açısından yorumladılar.
-Nehemiah GREW (1641-1712) Bitkilerin köklerinin, dallarının, çiçeklerinin anatomisini birçok detaylı çizimlerle incelediği Anatomia Plantarum (Bitkilerin Anatomisi) aldı kapsamlı eserinde ilk olarak çiçeklerin, bitkilerin cinsel organları olduğunu belirtmiştir.

Grew'in mikroskopla ilgili öncü çalışmalarının çoğu, Marcello Malpighi'ninkiyle çağdaştı ve ikisinin birbirinden özgürce ödünç aldığı bilinirdi. Grew'in polen üzerindeki çalışması, Malpighi'ninkinden daha kapsamlıydı ve tüm polenlerin kabaca küresel olmasına rağmen, boyut ve şeklin türler arasında farklı olduğunun keşfine yol açtı; ancak bir türün içindeki polen taneleri birbirine benzer. Bu keşif, palinoloji alanının merkezinde yer alıyor. Grew ayrıca daktiloskopinin öncülerinden biri olarak kabul edilir. El ve ayak yüzeylerindeki çıkıntıları, olukları ve gözenekleri inceleyen ve tanımlayan ilk kişiydi. 1684'te parmak sırtı desenlerinin doğru çizimlerini yayınladı.
-Rudolph Jakob CAMERARIUS (1665-1721) en önemli bilimsel başarısı, bitkilerin cinselliğinin deneysel olarak gösterilmesiydi. Bu temel biyolojik soru, Theophrastus ve daha sonra Cesalpino (1583), Malpighi (1675) ve Grew (1682) tarafından tartışılmıştı; ancak net bir sonuca varılamadı. Camerarius, cinselliğin bitkilere atfedilmesi gerektiğini sayısız deneyle kanıtlayan ilk kişiydi. Bununla birlikte, birçok botanikçi 19. yüzyılın başlarına kadar bitkilerin cinselliğini inkar etmeye devam etti. Son olarak, dokuz binin üzerinde hibridizasyon deneyi gerçekleştiren Karl Friedrich von Gaertner'in (1844, 1849) çalışmaları, konuyla ilgili son şüphelerin üstesinden geldi.
-1600 AVRASYA GÜÇ BLOĞU MİMARİSİ: 17. yüzyılda Avrasya dünyası ; Japonya'dan Avrupa'ya, iyi kurulmuş ülkeler arası ve kıyı ticareti ile birbirine bağlanan bitişik bir ekonomik güç bloğuydu. Bir uçtan diğerine, zenginlik ve fikirler tüccarların, göçmenlerin ve orduların bagajlarında veya zihinlerinde dolaşıyordu. Bu, şimdi yeni ortaya çıkan, daha verimli okyanus ticareti tarafından giderek zayıflatılan Eski Dünya Düzeni 'ydi. Sonunda, 19. yüzyılda bir zaman, okyanus yollarının verimliliği, Amerika kıtalarına sınırsız erişimin eşi görülmemiş avantajı ve sanayileşme, kolonyal Avrupa'yı dünyanın rakipsiz gücü haline getirecekti. O zamana kadar -İpek Yolu tamamen çökene kadar- Avrasya'nın güç merkezleri hala dünyanın eski ekonomilerine egemen oldu.
-JAPONYA'da 17. yüzyılın başlarında, Shogun komutanları, bir asırlık yükseliş ve iç savaştan sonra ülkeyi birleştirip pasifleştirdiler. >>
Zen Budizmini korumaya devam ettiler ve Kyoto'nun büyük türbelerini ve tapınaklarınını yeniden inşa ettiler. Japoncada, güç ve mimari arasındaki ilişki, genellikle dilde kodlanmış; "mon" veya kuvvet geçidi, yetkili bir kişiyi tanımlayan "kenmon" kelimesinin bir parçasıdır. Kelimenin tam anlamıyla "powergate" anlamına gelir. İmparatora atıfta bulunmak için "mikado" (şerefli kapı) kelimesi kullanılmıştır.

Bir "kinmon" veya "yasak geçit", yalnızca erişimin kısıtlandığı imparatorluk sarayında kullanılabilirdi. Siyasi hırslarını geliştirirken şimdi büyük ölçüde güçsüz olan Shogun askeri komutanlarının aksine, Zen Budizminin ideallerinden etkilenen içe dönük ve sözde-rustik bir estetiği benimsemeye başladılar.

-ÇİN'de Ming bürokrasisi o kadar etkiliydi ki, yedinci Ming İmparatoru Wanli'nin (1573-1620) kayıtsız ve zevk peşinde koştuğu bildirilen gerçeği, imparatorluğunun refahını etkilememiş gibi görünüyor. Wanli'nin zamanının büyük bir kısmı, tahminen sekiz milyon "taş" gümüş ile birlikte, mezarının tasarımına ve inşasına harcandı.
-TİBET,Potala Sarayı, Budizm, MS 8. yüzyılda,Tibet'e, Hindistan ve Nepal'den seyahat eden Mahayana Rahipleri tarafından tanıtıldı. 1461'de Ngamang Losang Gyatso (1617-82), Gushi Han tarafından Tibet'in sadece ruhani değil, aynı zamanda poitik başı olarak ilan edildi. Moğol Mançusu, beşinci Dalai Lama'nın ilk hareketlerinden biri, yeni bir başkent kurmak ve Budist Dünyasının hem manevi hem de politik gücünün ikametgahı olarak tanımlanan yeni bir saray inşa etmekti. >>
Himalayalar'da bir yürüyüş yolunun 130 metre yukarısında, Kızıl Tepe olarak bilinen kayalık bir çıkıntının üzerinde, 360 metre uzunluğunda, 110 metre genişliğinde ve maksimum 170 metre yüksekliğe ulaşan Potala Sarayı oturuyor. Dünyanın çatısı. Kalın, yıpranmış tuğla duvarlar, beyaza boyanmış, karanlık pencerelerle noktalanmış, yüksek kotlarda bu pencereler büyüyor ve daha zengin bir şekilde süsleniyor. Çin tarzı çatılar, uzaktan görülebilen uzun rampalar, tepenin kenarında ilerliyor. Potala Sarayı, Budist Cosmos'un kavramsal düzenleme merkezi olan Yeni Dağı'nı temsil ediyor.

-TAJ MAHAL Delhi Sultanlığı'nda Humayun'un eşi Begai Begüm, Buhara'da yaşayan Pers mimarlarından Mizak Mirza Ghiyas'ı kocasının mezarını tasarlamak için getirdi 1570. >>
Humayun'un mezarı, elli yıl sonra, Tac Mahal'in tasarımını etkileyen prototip olacaktı. Şah Cihan'ın kraliçesi Mümtaz Mahal için yaptırılan mezar, Moğollar tarafından mermerinin parlaklığı ve şeffaflığı nedeniyle Ravza I-Munavvara (veya Aydınlatılmış Mezar) olarak adlandırldı. Daha sonra İngilizlerin 19. yüzyılda Tac Mahal'e dönüştürdüğü Ravza-I-Muntaj Mahal olarak da anıldı. Tac Mahal'in mimarı kimdi sorusunu çelişki barındıryor. Tarihi kayıtlar, mezardan veya mezarın bir kısmından sorumlu birkaç kişiyi listeliyor. Kubbeyi Türkiye'den İsmail Han tasarlamış olabilir. Lahor'dan Qazim Khan altın finalini yaptı. Delhi'den yerel bir taşçı olan Chiranjilal, baş hattattı. Buhara'dan heykeltıraşlar, Suriye ve İran'dan hattatlar, Güney Hindistan'dan kakma işçileri, Belucistan'dan taş yontucuları vb. dahil olmak üzere diğer uzmanlar. Yaratıcı çekirdekte otuz yedi uzman sayılabilir. Bu bağlamda Tac Mahal küresel bir projeydi. Yine de Şah Jahan'ın tasarımı şahsen denetlediği ve projenin her yönünü onayladığı düşünüldüğünde, baş mimarı olarak tanınmalıdır.

-DIWAN-I KHAS Akbar'ın Divanı-ı Khas'ı mimarlık tarihinde tekil bir yapıdır. İstisnai ve birçok bakımdan çok modern bir düşünür olan Akbar tarafından tasarlandı. >>
Çok cahil olmasına rağmen, yarattığı imparatorluğu hakkında çok meraklıydı. Çevresini filozoflar ve estetikçilerle çevreledi ve kendi dünyasındaki inançların çokluğunu ve çelişkilerini kendi zihnine çözebilecek felsefi ve dini bir uygulama aradı. Ekber, Divan-i İlahi ya da İlahi Din olarak adlandırılan, uzak genetik bir esrar, meditasyon, iyilik, siyaset ve mistik tektanrıcılık içeren yeni bir bilimsel ve çoğulcu kült ya da dinsel uygulama inşa etti. Ekber, 1582'de Fatehpursikri'de, Din-i İlahi'nin doğumunu resmen ilan etti ve dini farklılıklarını çözmek için tüm inançların üyelerinden oluşan bir genel kurul toplantısı düzenledi. Din-i İlahi'nin özü Sulh-i Kul veya insanlığa fayda sağlayan tüm düşüncelere hoşgörü idi. Din-i İlahi'nin konseptleri, Divan-i Khas, Kraliyet seyirci salonunda tezahür ediyor. Bu, ana avludaki boşluk binasındaki tek nesnedir, tamamen kırmızı kumtaşından yapılmış, köşelerinde dört "chattris" bulunan iki katlı kare bir kutudur. Derin bir sarkan "chajja", üst kattaki yüksekliğe belirgin bir gölge düşürür. Binanın genişliği 13,18 metrede, "chattris'in" tepesine alınan yüksekliğiyle aynıdır, bu da onu sembolik olarak mükemmel bir küp haline getirir. Divan-i Khas'ın tiyatrosu, iç mekanıdır. İç mekanın iki kat yüksekliğinde, toplam hacmin merkezinde yer alan ve bir laprrom üst kumtaşı mesneti ile tek bir sütun tarafından desteklenen, havada asılı gibi görünen yuvarlak bir platformdur. Haç biçiminde bir desen oluşturan dar köprülerle köşelere bağlanır. İkinci kat seviyesinde iç kısmı çevreleyen bir balkon. Kendine özgü bir seyirci salonu olarak işlev görüyordu, yetersiz gelenleri yukarıdan dinliyor ve köprülerin sonunda oturan çeşitli felsefi ve dini pozisyonlardan bakanlara danışıyordu. Küpün merkezi ve binanın ima ettiği kavramsal alan, bu, Din-i İlahi'de merkezde bulunan -yani tüm felsefi konumlara eşit uzaklıkta olan- imparatorun işgal ettiği konumun mekânsallaştırılmasıdır. Felsefi bir idealin doğrudan mekânsallaştırılması olan Divan-ı Han, teorik bir proje olarak tanımlanabilir. Bilinen bir örneği yoktu ve bir daha asla kopyalanmadı.

-ISFAHAN 1598'de neredeyse İran'ın merkezinde, dünyanın en büyük şehirlerinden biri olan Tahran ile Fars arasında yeniden inşa edildi ve odak noktası ülkedeki tüm sanatsal enerjiydi. Ticari caddelerle çevrili, dünyanın en büyük meydanlarından biri (512'ye 159 metre) ve yaklaşık yarım milyon nüfusuyla, kısa süre sonra İngiliz ve Hollandalı tüccarlar ile Avrupalı ​​sanatçılar ve diplomatlar tarafından ziyaret edilen büyük bir kozmopolit merkez haline geldi. >>
Safevi sarayıyla ortak düşmanları Osmanlılar'a karşı ittifak kurmayı umuyorlardı. 16. yüzyılda şehrin ihtişamını ifade etmek için ünlü bir kafiye olan İsfahan nesf-eh jahan (İsfahan dünyanın yarısıdır) icat edilmiştir.
Isfahan

-SÜLEYMANİYE KOMPLEKSİ Kanuni Sultan Süleyman olarak da bilinen Osmanlı Sultanı Süleyman (1522-66), yetenekli mimarı Mimar Sinan (1491-1588) ile İstanbul'u, köprüler, camiler, saraylar ve çeşitli hayırsever ve sosyal binalarla İslam kültürünün bir merkezi haline getirdi. >>
Hem Michelangelo'nun hem de Andrea Palladio'nun çağdaşı olan ve sık sık kıyaslandığı Mimar Sinan, Konstantinopolis'te iki yüze yakın bina inşa etmiş, kiliseleri camiye çevirmiştir. Sinan, Higha Sophia üslubunu örnek alan kubbeli bir yapı yaratma hırsıyla bilinmiş olsa da, Selçuklu özelliklerini, kapılara vurgu yaparak, Anadolu'nun taş ustalığı ve Bizans kubbelerinin yapısal mantığıyla kaynaştırmak oldu. Kesintisiz ve yeni bir birlik. Bu, Sinan'ın 1599'da başladığı, dört medrese, bir tıp medresesi ve bir darülaceze, bir kervansaray, bir hamam ve bir çarşı içeren usta eseri Süleymaniye Külliyesi'nden daha iyi ifade edilemez. Dekoratif çiniler İznik'te, Anadolu ve Mısır'da halılar, renkli cam ve şeffaf cam (ikincisi zamanın teknolojik bir yeniliği) Venedik'te yapıldı; kireçtaşı ve granit Marmara Denizi'ndeki taş ocaklarından geldi ve pencere ızgaraları ve kapıları Balkanlar'dan geldi.

-KREMLİN'İN YENİ KİLİSELERİ Bizans Kilisesi, İstanbul üzerindeki Türk baskısını hafifletmek için çaresiz bir hareketle Roma Katolik Kilisesi ile yeniden birleşmeyi kabul etti (Floransa Birliği, 1439) Ancak, Rus Kilisesi, Floransa'daki imza töreninde bulunan Rus Kilisesi delegesi, anlaşmayı reddeder ve Ortodoks inancının savunucuları olarak devam eder. Bu yenilenme duygusu, parçalanan Moğol İmparatorluğu karşısında merkezi Rus topraklarının sağlamlaştırılmasıyla birlikte, özellikle III. İvan döneminde, teşvik edildi ve eşi benzeri görülmemiş bir yapı inşa edildi. (1462-1505) >>
Ivan III, 1475'te, kilise doktrini meselelerine rağmen, çeşitli inşaat projelerinin planlanmasına ve uygulanmasına yardımcı olabilecek İtalyan mimarları aramak için İtalya'ya bir elçi gönderdi. Hiçbiri, Moskova'nın merkezinde, kent yöneticilerinin 12. yüzyıldan beri ikamet ettikleri yer ya da ikametgah olarak kullandıkları, tepenin üstündeki tahkimat bileşimi olan Kremlin'in yeniden tasarlanmasından daha önemli değildi.

-PALLADIO
Andrea Palladio (1508-88), fırsatın penceresinde, binalarının çoğunu ticaretin düşüşte olduğu Venedik'te değil, Vicenza'daki çiftçilik anakarasında tasarlayarak öne çıktı. Çiftçi aileleri için tasarladığı villalar, şehir ihtişamı ve mahremiyet için tasarlanmış Roma'daki Papanınkilerden veya Floransa'daki Medici'lerden çok farklıydı. Ortak kullanım için binalar yaratmak Palladio'yu protomodernist yaptı. Palladyanizm. >>
Villa Foscari, Avrupa'daki saraylar ve Amerika'daki villalar ve evler için bir model oldu. Palladio, "Mimarlık Üzerine Dört Kitap" 1452 adlı eseriyle, Büyük Rönesans mimarları arasında en sistematik ve sistem bilinçli olanıydı, mimarlık alanında kapsamlı bir çalışma girişiminde bulundu ve farklı yapı türlerinden en iyisine kadar her şeyi ele aldı. Kitapta çizim yoktu. Serlio'nun "Mimarlık Üzerine Beş Kitap" ında bolca çizimi vardı, ancak amacı klasik sistemin neredeyse sonsuz çeşitlilikte planlar üretmek için nasıl kullanılabileceğini göstermekti. Bu, zemin planının sistematik hale getirilmesini ve bir binanın kesiti ve yüksekliği ile ilişkisini vurgulayan Palladio'nun tersiydi. Serlio'nun kitabı, müşteriye geniş bir seçenek yelpazesine izin verirken, Palladio'nun tasarımları çok daha sınırlıydı. Yine de Palladio'nun mimarisini bu kadar etkili kılan şey, kesinliğine rağmen asla tek tip veya sıkıcı binalar üretmemesiydi. Yöntem ve sistem yaratıcılığı gölgede bırakmadı. Palladio için ayrıca bir nesne olarak binalar arasındaki ilişki ve daha geniş çerçevelemesi de önemliydi.Köyler ve çevre duvarları kompozisyona entegre edildi.

-BAROK İTALYA Barok üslup Roma'da esasen reformasyonun bir karşılığı olarak ortaya çıktı; Onun çizgisine ve tam donanımlı özelliklerine en çok katkıda bulunan mimarlar Giovanni Lorenzo Bernini (1598-1680) ve Francesco Castelli Boronini (1599-1667) idi. Burada Roma Barok'unu Avrupa Baroku'ndan ayırmak önemlidir. >>
Barok Roma, 1648'den sonra Papa VII. Alexander yönetiminde sürdü. O zamandan itibaren papalık artık Avrupa siyasetinde önemli bir üretici değildi. Fransa ve Avusturya'nın yükselişiyle birlikte, Barok tarz daha kentsel bir biçim alarak değişmeye başladı ve artık şatolara ve prenseslerin kalelerine de uygulandığı ve halka açık parklar ve su yapıları gibi unsurlar edinmeye başladı. Yaklaşımlar genellikle uzun perspektiflerle manzaraya doğru genişledi. Fransa'da, Paris'teki Palace Vendome ve Andre Le Notre tarafından chateaux de Vaux-le-Viconte (1656-61); Avusturya'da, Schönbrunn Sarayı kalesi (1695). Sonunda Barok, 17. yüzyılın sonlarında Avrupa başkentlerinin -Roma, Paris, Londra ve Viyana- mimarisi haline geldi ve bu şehirlere bugün kimliklerinin önemli bir parçası olarak kalan bir profil verdi. Olumsuz tarafı, Orta Çağ'ın birçok saygın eski binasına yeni Barok cepheler verildi veya iç mekanları Barok'un "modernleşme" eğilimine uyacak şekilde güncellendi.
Saint Peter's Square

-AMERİKA'NIN İSPANYOL İŞGALİ 1300'lerde yaşanan bir dizi vebadan sonra ve İpek Yolu'ndaki yüksek vergiler nedeniyle, 15. yüzyılın sonunda İspanya, doğu pazarlarına bir deniz yolu açmak için batıya doğru açılma riskini göze aldı. Columbus, Francisco Pizzaro, Hernan Cortes ile Amerika'nın İspanyol istilası çoğunlukla gümüş getiriyor (50.000 ton, Avrupa'da daha önce mevcut olan gümüş stokunu ikiye katlayan bir miktar). Gümüşün resmi para birimi olduğu Çin'den mal satın almak için büyük miktarlar kullanıldı. >>
Zenginliğin yanı sıra gıda, patates, yer fıstığı, koka, mısır, çam, elma, kırmızı biber, vanilya ve tütün, Avrupa'ya ve nihayetinde kolonizasyon yoluyla küresel diyete giren Amerikan yiyecekleriydi. Tersine, Amerika'ya buğday, çavdar, yulaf, kahve, limon, portakal, darı, pamuk, çivit, çay, pirinç, muz, bazı fasulye ve Avrasya ve Afrika dünyasının diğer ürünleri getirildi. Atlarla birlikte koyunlar, keçiler, domuzlar, tavuklar, eşekler, sıçanlar, tavşanlar, kediler, köpekler, bunların çoğu çiftçilik hayvancılık sistemlerinin transplantasyonunun bir parçası olarak tanıtıldı. İspanya, Hıristiyanlığın zorla getirilmesiyle el ele giden bir çaba olan Amerika kolonisini acımasızca sömürdü. Ancak kiliselerin faaliyetlerinin melezleştirilmesi, bazı Kolomb öncesi şarkıları ve dansları, eski yerli görsellere benzeyen katolik ikonları ve kiliselerin mimarisindeki değişiklikler Roma'daki Kilise'yi tedirgin etti. 1574'te keşişin kutsal imtiyazları kaldırıldı, manastırların inşası durduruldu ve "Atrio" kiliselerinin hizmete uygun olmadığı ilan edildi. Yerli bilince derinlemesine yerleşmiş ruh halleri, yine de Latin Amerika Kilisesi içinde hayatta kaldı ve eşsiz karakterini devam ettirdi.

-SÖMÜRGE KALELERİ Sömürgeci güçler, liman ve ticaret yollarını korumanın yanı sıra çıkarma politikasını güçlendirmek için dünya çapında bir kale inşası kampanyası başlattı. >>
Binlerce olmasa bile yüzlercesi inşa edildi - Batı Afrika kıyılarında tek başına altmış kale. Portekiz'in Gana'daki Eliman Kalesi, Malta'daki Fort Manoel, Gana'daki İngiliz Fort Commenda, vb. Bu kaleler, hava bombardımanı gerçekleşene kadar önümüzdeki iki yüz yıl boyunca norm olarak kalacaktı.

-AMSTERDAM Hollanda, İspanya'dan bağımsızlığını kazandığında, 1579'a kadar görece önemsiz bir şehir olan Amsterdam, kısa sürede Avrupa'nın önde gelen uluslararası limanlarından biri haline geldi. >>
Şeker, köle ve baharat için rekabetli okyanus yollarındaki başlıca rakipler başlangıçta İspanyollar ve Portekizlilerdi. 17. yüzyılın sonunda denizcilikte öne çıkan İngilizlerdi. Fransızlarla birlikte kolonilerden kakao, tütün ve şeker çıkaran Hollandalılar, Amerika'yı geniş boş arazileriyle, benzersiz avantajını kullanan, nakit mahsul ekonomisine dönüştürmekten sorumluydu. Uzun vadede, Avrupa pazarlarını muazzam miktarlarda ucuz tüketilebilir ürünlerle dolduran ve modern Avrupa kültürünü dönüştüren, onu rasyonalizasyon, sanayileşme ve Aydınlanma yoluna sokan bu ticaret ekonomisiydi. Hollanda dünyasının yeni merkezi ve para kazanmaya adanmış bir şehir olan Amsterdam'da saraylar, manastırlar ve kaleler kültürel dokunun bir parçası değildi. Bunun yerine, sıra sıra evler, paralel caddelerin ve kanalların, nispeten düz bir düzenlemesine inşa ediliyordu. 17. yüzyılın sonunda, 16 milyondan fazla Hollanda florini, diğer Avrupa hükümetlerinin florinleri de dahil olmak üzere, kasalarında birikiyordu.

-PALACE ROYAL Kendi taşra şatolarında yaşamayı tercih eden Kralların yokluğu ve 16. yüzyılda ekonomide yaşanan genel gerileme ile birlikte, 20 milyona varan nüfusuyla Fransa - Çin ve Hindistan'dan sonra dünyanın üçüncü en kalabalık ülkesi- son derece kırsal bir ülke olarak kaldı. Paris'i bir başkent ve yeni şekillenen bir ulus devletin merkezi yapmaya karar verirken, Henry IV, şehrin ekonomik durumunu da iyileştirmeyi amaçlayan yeni bir dizi kentsel proje başlattı. >>
Bankacılar ve tüccarlar için konaklama sağlamak üzere tasarlanmış üçgen şeklindeki Place Dolphine (1609) böyle bir proje idi. Diğer bir deney, üç tarafı dükkanlar ve daireler için ve dördüncüsü ipek üretimi atölyeleri için planlanan Palace Royal (bugün Place des Vogues) idi.

-ELISABETH'İN İNGİLTERESİ Kraliçe Elisabeth (1558-1603), modern yönetim anlayışlarını benimserken, ağırlıklı olarak balıkçılık, kaçakçılık ve yağmacılıktan oluşan bir denizcilik ekonomisine sahipken, Akdeniz'den Atlantik'e geçişten faydalandı. Yurtdışı yabancı yatırımlar, yün ve tekstil ürünlerinin, kurşun, tuz ve sabun üretiminin yanı sıra ekonominin giderek daha büyük bir parçası haline gelmesiyle birlikte, mülk sahibi sınıfın artmasıyla sonuçlandı. >>
1588'de İspanyol Armadası'nın İngilizler tarafından tahrip edilmesi, ülkeyi bir deniz gücüne dönüştürdü ve İngilizlere Atlantik ticaretini sürdürme fırsatı sunarak onları dünyanın kolonyal süper gücü olma yoluna soktu. Ancak İngiliz mimarisinin gidecek uzun bir yolu vardı. Evler nispeten düz ve kaba görünüşlü idi ve portreler dışında hiçbir güzel görsellik barındırmıyordu. Bununla birlikte, İngiliz kültüründeki değişim hızlı ve derindi. Eski evler bacalarla inşa edilmiş,taş duvarlar, pencereler perdahlı ve eski ahşap çerçeveli binalar taşla kaplanmıştı. O dönemde özellikle önemli bir yenilik ve Elisabeth dönemi mimarisinin gelişimini etkileyen, cam fırınlarında kömürün kullanılmasıydı. Düzcam kullanılmaya başlandı ve kısa süre sonra ülkenin dağınık limanlarına fırınlar yapılmaya başlandı. Önemli bir kömür patronunun evi olan Wollaton Hall (1580-88 Nottingham yakınında), yeni endüstri için şimdiden görkemli bir vitrindi. Bu yeni tip pencere düzeni, hayatta kalan Titchfied Priory (Hampshire 1537-40) evindeki Gotik ortaçağ pencereleri ile karşılaştırılabilir.

-18. yüzyılın başlarında, bir zamanlar Avrasya ticaretinin merkezinde yer alan Semerkand, Buhara, Halep, İstanbul, Venedik ve Floransa gibi şehirler, Avrupalı ​​sömürge güçleri tarafından kurulan deniz limanları merkezli yeni dünya ekonomisi için giderek daha marjinal hale geliyordu. Bu fenomen küreseldi ve Hong Kong, Şanghay, Singapur, Bombay (şimdi Mumbai), Kalküta, Madras (şimdi Chennai), Cape Town, St.-Louis (Senegal), Rio de Janeiro, Buenos Aires, Boston ve New York gibi büyük yeni metropolleri doğurdu. Öyleyse, bu zamanın mimari incelemesinin, bazı alanların sömürgeciliğin modernize edici etkisi altında hızla dönüştüğü, diğerlerinin kolonyal çılgınlığa rağmen hala eski yöntemlere bağlı kaldığı bir dünyayı göstermesi şaşırtıcı değildir.
Bu dönüşüm kargaşası Amerika'da yoğunlaştı. Avrupalılar tarafından fethedilmelerinden iki yüz yıl sonra, Amerika kıtalarının yerli medeniyetleri neredeyse tamamen yok edilmişti. Onların yerine, yepyeni ve devrimci bir servet yaratma sistemi icat edildi - kar için Avrupa'ya geri gönderilebilecek tek bir veya birkaç mahsul yetiştirmek için geniş arazilerin kullanıldığı çiftlik (Haciendas) veya plantasyon. Plantasyon kültürü sadece Amerika'yı dönüştürmekle kalmadı; aynı zamanda köle ticaretini desteklemek için bir altyapının inşa edildiği Afrika'yı da büyük ölçüde etkiledi - kölelerin yakalanmasını kolaylaştırmak için iç sömürü kültürlerinin geliştirilmesi dahil. Kölelik, özellikle 17. yüzyılın sonlarında ırk temelli, kalıtsal bir kurum olarak yasallaştırıldıktan sonra, Amerika'daki ırkçılığın zorlu bölünmelerini ortaya koydu.
Plantasyon ekonomileri, büyük kolonyal zenginlik ve mal akışı, şehir kültürünü kökten yeniden şekillendirdiği Avrupa üzerinde dönüştürücü etkiye sahipti. Sömürge tüccarları kahve, şeker, tütün ve çay ile Avrupa sokaklarını dolaşırken, burjuva apartmanları (veya hôtels), parklar ve tiyatrolar gibi yeni bina türlerinin yanı sıra kahvehaneler (Coffehouses) gibi yeni kentsel kurumlar yarattılar. Bugün pek çok yönden hala var olan bu kent kültürü, burjuvazinin yükselişine vesile oldu ve 18. yüzyılın sonlarında Avrupa Aydınlanmasına yol açan söylemlerin ve mayalanmanın başlangıcıydı. Bugün kahvehane aslında bir dinlenme ve sessiz çalışma yeriyse - belki de zamanımızın kütüphaneleri - geriye dönüp bakıp, kahvehanenin sömürge dünyasının yeni ürünlerini deneyimlemek için bir yenilik ve keşif alanı olarak başladığını görmek ilginçtir.
Zamanın yeni idari mantraları olan rasyonalizasyon ve verimlilik de kültürü etkiledi. Mimaride, antik dönem stillerinin modern amaçlar için devam eden uyarlaması rasyonelleştirmeye tabi tutuldu. Bilim kültürü, özellikle deniz seyrüsefer için gerekli olan astronomi sorularını ileri sürmeye başladı. Akıl - rasyonalizasyonun ötesinde - henüz felsefenin baskın söylemi haline gelmemiş olsa da, fikirleri Galileo ve Copernicus'unki gibi çalışmalarda zaten ele alınmaktaydı.

Avrupalı ​​üst sınıflar, yeni servetlerini büyük ölçüde yeni ve fantastik saraylar ve benzerleri inşa etmek için harcadılar, en ünlü örnek XIV.Louis’in Versailles'daki fantezisi. Barok'un yaygara ve fırfırları, Avrupa çapında inşa edilmiş sayısız Barok kilise ve manastırda olduğu gibi, bu saraylarda saray tutmaya devam etti. Çar İskender komutasındaki Ruslar, uygun bir liman aramak için Baltık Denizi'ne gittiler. Burada, İngilizler ve Fransızlarla rekabet etmek için büyük bir sömürge kampanyası başlatmak yerine, 1703'te kurulan ve Fransız ve İtalyan Barok emsallerine göre modellenen St. Petersburg adında devasa bir yeni başkent inşa ettiler. St. Petersburg hem kahramanca hem de abartılı bir projeydi, kültürlerini ve bilgilerini sadece büyük bir sistematik aktarım yoluyla ithal ederek daha gelişmiş olarak kabul edilen diğer ülkelere "yetişmeye" yönelik öz bilinçli bir girişimdi - böylece nedenin yanlış belirtilerini ortaya koyuyordu. Bu tür çabalar, izleyen yıllarda, özellikle sömürge girişimine geç kalmış uluslar tarafından defalarca tekrarlanacaktı.
İngiltere'de, İngiltere Kilisesi'nin yaratılmasıyla ortaya çıkan devrim, 1688'den başlayarak kısa bir süre için monarşinin devrilmesine bile yol açan, Katoliklikten arındırma için radikal Puritan çağrısıyla oynamaya devam etti. Daha sonraki restorasyonu, çoğu Mayflower yolcularının torunlarına katılmak üzere New England'a giden Püritenlerin yargılanmasıyla sonuçlandı. Yeni dünyada, Puritan kiliselerini yenilenmiş bir güçle inşa etmeye çalıştılar, ancak cemaatleri, Rhode Island Providence'ta kendi kolonisini kurmak için ayrılan Roger Williams gibi muhalifleri içeriyordu ve dini hoşgörü temel taşlarından biri oldu. Püritenler, İngiltere Kilisesi taraftarları gibi, daha geniş etik kurallarına uygun olarak, Barok üslup ve jestten ziyade, etki için orantı ve düzene dayanan yeni-Palladyan bir mimarinin sert yorumlarını takip ettiler.
18. yüzyılın başlarında Whigler, İngiliz siyasetinde bir güç olarak ortaya çıktı; İngiliz ticaret genişlemesinin güçlü destekçileri ve anayasal monarşinin savunucularıydılar. Sör Christopher Wren, Whiglerin zamanında, büyük bir yangının ardından neo-Palladyan kiliselerini inşa etti. Dönemin İngiltere Kralı II. Charles'ın isteği doğrultusunda Christopher Wren ve Robert Hooke tarafından, yangının almış olduklarını anmak amacıyla bir anıt tasarlandı ve felaketin başlangıç noktası olan Pudding Sokağı'na yakın bir noktaya dikildi. İngiliz pitoresk bahçesi şimdi - Çin bahçelerinin tasvirlerinden etkilenmiş olsa da - turistik ziyaretçinin deneyimini çevreleyen doğa ile birleştirmeyi amaçlayan dağınık ve düzensiz bir manzara olarak ortaya çıktı. Bu bahçeler, cogito ergo sum (düşünüyorum öyleyse varım) gibi felsefi önermelerle birlikte Aydınlanma’nın özerk öznesinin doğuşundaydı.
Mançu, Çin'in kuzeydoğu sınırından Jurchen Moğollar, büyük bir savaş olmaksızın Ming Çin'i ele geçirdiler ve Qing hanedanını kurdular. Onlarınki hala dünyanın en büyük ekonomisi olmasına rağmen, Qing, para birimini istikrara kavuşturmak için çaresizce gümüşe ihtiyaç duyduklarını çabucak anladı. Ayrıca küçük ve yabancı bir azınlık oldukları için kendilerini yönetici olarak meşrulaştırmaları gerekiyordu. Sadece para birimini istikrara kavuşturmayı başarmakla kalmadılar, aynı zamanda - önce Kangxi İmparatoru'nun ve daha sonra torunu Qianlong İmparatoru'nun yönetimi altında - Konfüçyüsçü ve Çin Han sistemlerini ulus ötesi bir Mançu ile birleştiren bir idari düzen kurmayı da başardılar. Orta Krallık'ın ötesindeki daha geniş dünyanın son derece farkında olan bir perspektif. Zenginlikleriyle Qing, sınırlarını büyük ölçüde genişletti, geniş ve cömert saraylar ve bahçeler inşa etti, yeni şehirler kurdu ve en önemlisi, altyapıyı yeniledi. Ayrıca bina inşaatı hakkında yeni ve kapsamlı bir kılavuz hazırladılar.