III-ANLAMA EVRESİ - Ortaçağ


Her sarı nokta 1 milyon kişiyi temsil etmektedir.
-Avrupa'da, Antik Çağ ve Modern Çağ arasında yer alan M.S. 395 ile M.S. 1450 arasındaki döneme, Rönesans düşünürleri tarafından Orta Çağ adı verilmiştir. Bu çağ, nitelik ve yapı bakımından farklı özellikler taşıyan iki zaman dilimini içermektedir. M.S. ikinci yüzyıldan sekizinci yüzyıla kadar olan dilim, Patristik Dönem ya da Karanlık Çağ, sekizinci yüzyıldan onbeşinci yüzyıla kadar olan dilim ise, Skolastik Dönem’dir. Her iki zaman diliminde de hıristiyanlığın savunularak, üstün kılınması öne çıkmıştır. Fakat özellikle, Patristik Dönem’de bilime karşı olan tutum daha dikkat çekicidir. Klasik düşüncenin yalnızca Hıristiyanlıkla örtüşen kısımlarının benimsenmesi onun dışında kalan kısmın benimsenmemesi sonucunu getirmiştir. Antik Dönem’de egemen olan bilginin üstünlüğü düşüncesinin, yani “theoria” nın yerini uygulamanın yani “praxis” in üstünlüğü almıştır. Bunun >>
-Öte yandan, Orta Doğu'daki bilimsel gelişmelerin yaşandığı üç önemli kurum, Beytü’l Hikme (Bilgelik Evi), gözlemevleri ve hastahanelerdir. (Bilim ve Teknoloji Tarihi) Bu dönemde artık felsefe ve bilim Orta Doğu'da gelişmeye devam eder. (George Sarton) Abū al-Faraj'ın (932-995)(Al-Nadim) yazdığı Kitāb al-Fihrist, yaklaşık 10.000 kitap ve 2.000 yazara atıfta bulunan onuncu yüzyıl İslam'ının bilgi ve edebiyatının bir özetidir. Çeşitli >>
-Orta Doğu'da Bilim ve Toplum: Patronaj ve Yaygınlık. Bilim, Orta Doğu'da genelde bir elit patronaj projesi olarak kaldı (Gutas, s. 11). Ancak matematik (özellikle cebir ve aritmetik), miras hukuku, ticaret ve günlük yaşamın doğrudan ihtiyaçları nedeniyle halk düzeyine indi (Saliba, s. 80–85). Tıp ve basit astronomi (ör. takvim bilgisi) de halk arasında kullanıldı. Ancak felsefe, kozmoloji ve ileri astronomi gibi alanlar elit çevrelerin tekelinde kaldı.
-ROMA İMPARATORLUĞU'NUN ÇÖKÜŞÜ çok yaygınlaşan ahlaksızlık, iç mücadele, Hristiyanlığın doğuşu, mezhep kavgaları ve Kavimler göçü sonucu Roma imparatorluğu topraklarını istila eden barbar kavimlerin saldırıları sebebiyle zayıflayıp 395 yılında iki ye ayrılmış, İmparatorluğun batı kısmı da bu gibi sebeplere bağlı olarak devamlı gerilemiştir. İmparatorluğun >>
-Döneme Zamanımızdan Bakarsak Antik Çağ'ın bilgisinin kaybolması ile, eldeki az sayıda parça parça bilgi içeren metinler yordamıyla yapılan araştırmalarla birlikte ele alınan matematik, geometri, müzik ve astronominin ve hatta doğayı ve insanı anlamak için tüm bu bilginin öğrenilme sevgisi olarak felsefenin ayrı ayrı çalışılmaya başlandığını görebiliyoruz. Bilimlerin sınıflandırılması ihtiyacı bu dönemde ortaya çıkıyor gibi görünüyor. Antik Çağ'ın bilgisinin neredeyse son varisi sayılabilecek Boethius'un, >>
-Kısaca “Ortaçağda, Batı’da bilginin yerini inanç almıştır; teolojik bilgi, mantık, felsefe hatta matematik (aksiyom) yardımı ile sistematize edilmeye çalışılmış, sonuçta bilgi ve inanç arasındaki ayrım Rönesans'a yolculuğu başlatmıştır. Antik Dönem’de egemen olan bilginin üstünlüğü düşüncesinin, yani “theoria” nın yerini uygulamanın yani “praxis” in üstünlüğü almıştır. Bunun sonucunda, bilimin değer yitirmesi ve öneminin ortadan kalkışı, böylece, bilime karşı olan ve bilginin üretilmediği “karanlık dönem” başlamıştır. Batı’da Orta Çağ düşüncesinin merkezine Hıristiyanlık ve Tanrı kavramlarının yerleştirilerek, klasik düşüncenin temeli olan doğada olan biteni araştırmak ve doğruyu bulmak yerine, dinsel dogmaları anlama, açıklamaya yönelmek düşüncesi hakim olmuştur.” (Bilim ve Teknoloji Tarihi) Bu geçiş ve manevi sıkıntılar döneminde, Helenizm dini bir hüviyet, Hıristiyanlık ise felsefi bir hüviyet kazanmaya çalıştı; >>
-Tüm insanlığın çağlar boyunca yaşadığı aşamalar 'Bir Bireyin Olgunlaşma Evreleri' olarak düşünüldüğünde; Bu dönem bir 'Anlama Evresi' olarak düşünülebilir. Anlama Evresi; Algının nesnesi şeyler iken, anlama yetisinin nesnesi kavram olarak kuvvettir. Kuvvet her bir “şey”e ayrı ayrı ancak bir ilişki içerisinde birliğini veren ilkedir. Nesne ile birlik arasındaki ilişkidir. Görünür ile bağlantılı olarak, görünür olanın ötesi, onun hakikatidir. Anlama yetisinin ilk evresi duyulur üstü evren, ikinci evresi; evrik evren, ikinci duyulur üstü evrendir. İkinci evrede bilinç, bir nesne bilinci olmaktan çıkar, kendini tanır, bir kendilik bilinci haline gelir. (Acar 2016) Helenistik Dönemdeki; bilginin algılanan/duyumsanan ve bunlara verilen anlamlar ikileminde gerçeğin bilinip bilinemeyeceği tartışması, bu dönemde yerini görünür olanın ötesine, onu hakikatini anlamaya bırakmış gibi görünüyor. Nesne ile birlik >>
-Avrupa'da Ortaçağ ve Klasik Çağ aritmetiği, çağdaş matematiğe benzeyen bir tarzda hesap işlerini kapsamıyordu ve daha çok sayılar kuramıyla ilgiliydi. Bu sayılar kuramı daha çok oranların ve sayıların birbirleri ile olan ilişkilerinin araştırılmasında felsefi bir yaklaşım niteliğindeydi. Ortaçağda mathematicus terimi hem matematikçiyi hem de astrologu betimlemek için kullanılıyordu. Doğayı ve insanı anlamayan çalışırken matematiği kullanmanın başlangıcı sayılabilecek bu dönemde, sayılar arası, kutsal metinlerde geçen sayılar ve kelimeler arası veya yıldızların konumu ile insanlar arası ilişkilere formüller üretilmeye, cebirsel ifadeler, kurallar bulunmaya çalışılmıştır. Aritmetiğin bir dalı, o dönemde sihirli ve mistik niteliklere sahip olduğu düşünülen ve genelde eski kutsal metinlerden türetilen mistik sayılarla uğraşıyordu (nümeroloji). Nümeroloji, >>
-Oxford Hesaplayıcıları, neredeyse tamamı Oxford'daki Merton College ile ilişkili olan bir 14. yüzyıl düşünürleri grubuydu; bu nedenle onlara "The Merton School" adı verildi. Bu adamlar felsefi sorunlara çarpıcı derecede mantıksal ve matematiksel bir yaklaşım benimsediler. 14. yüzyılın ikinci çeyreğinde yazan en önemli "hesapçılar" >>
-Müzik: Avrupa'da Aristoteles'in doğrudan okunması mümkün olamadığı için Boethius'ün müzik (ve aritmetik) teorisi esastı."Bu anlamda, müzik bilimi, mevcut antik kaynakların yokluğunda, diğer doğa felsefesi dallarının genel olarak kaybettiği bir sürekliliği korudu." Müziğin sanat olarak tanımlanmasından önceki bilim tanımında inceleyen Oresme'nin bir anlamda Antik Yunan'daki holistik bakış açısını sürdürebildiğini ancak yine de bilimler arasında karşılaştırma ve ayrıştırma yapmaya başladığını da görebiliyoruz. (P. Pesic 2014) Aynı zamanda, Avrupa'da çok sesli müziğin ve "notasyon" dediğimiz müzik yazımının icadı da Orta Çağ'a denk geliyor. >>
-Astronomide, Daha önce birer gözlem noktası olarak birçok proto-gözlemevi inşa edilmişse de ilk gerçek anlamda gözlem evleri bu dönemde Orta ve Uzak Doğu'da kuruluyor. (Wikipedi/Gözlemevi) Ortaçağ dönemi boyunca, >>
-Fizikde, XIII. yüzyıl optik bilimi açısından Hıristiyan Dünyası’nda bir sentez dönemi olmuştur. John Pecham ve Roger Bacon, çalışmalarında, Antik Yunan, İslam ve Hıristiyan geleneklerini birleştirmek suretiyle, optik bilimine yeni bir yaklaşım getirmişlerdir. Bunlar arasında, en başarılı olan Roger Bacon’dur. Öte yandan mekanik ile ilgili çalışmalar yapıldıysa da Galileo ve Newton'a kadar sonuçlar kullanışlı hale getirilememiştir. Bu dönemde deneycilik fikri bir yöntem olarak ve fiziğin matematik ile açıklanması (formüle edilmesi) ve teorik açıklamalara kavuşturulması başlar.(Bilim ve Teknoloji Tarihi) Prensipte, Yunan fiziğinin nitelikleri, >>
-Avrupa'da Biyolojide, Her ne kadar Lucretius gibi birkaç eski atomcu, Aristoteles'in hayata dair fikirlerinin teleolojik bakış açısına meydan okusa da, teleoloji (ve Hıristiyanlığın yükselişinden sonra doğal teoloji), esasen 18. ve 19. yüzyıllara kadar biyolojik düşüncenin merkezinde kalmaya devam etti. Ernst Mayr'ın sözleriyle , "Lucretius ve Galen'den sonra Rönesans'a kadar biyolojide hiçbir şeyin gerçek bir önemi yoktu." Aristoteles'in doğa tarihi ve tıpla ilgili fikirleri hayatta kaldı, ancak bunlar genellikle sorgusuz sualsiz kabul edildi. (Wikipedia/Antik Yunan'da Tıp)
-ÇİN'DE SONG HANEDANI, olağanüstü parlak bir kültür ve edebi, sanatsal, bilimsel ve teknolojik yaratımlarda benzeri görülmemiş bir refahla ilişkilendirilmiştir. Saray, askeri terfileri durdururken kültürü ve eğitimi güçlü bir şekilde geliştirerek yeni yönetim teknikleri benimsemiştir. Böyle bir ulusal politika, yalnızca aydınların daha fazla bilgi edinmesini teşvik etmekle kalmamış, aynı zamanda genel nüfusu okuryazar olmaya ve eğitim almaya teşvik etmiştir. Sonuç olarak, edebiyat ve şiirin yanı sıra sanat da daha önce hiç olmadığı kadar gelişmiş ve her düzeydeki sosyal statüdeki insanlar, besteci, okuyucu, anlatıcı, şarkıcı veya dinleyici olarak güzel şiirlerin tadını çıkarmıştır. (Jiren FENG) İlk matbaa sayılabilecek ahşap baskı tekniğinin yaygınlaşması, bu dönemde, Çin'de okuryazarlığın geniş halk kitlelerine yayılmasında önemli rol oynamıştır.
-HİNDİSTAN'IN ALTIN ÇAĞI Öte yandan, Hindistan'ın orta krallıkları MS 4. ve 6. yüzyıllar arasında, Gupta İmparatorluğu döneminde matematik, astronomi, bilim, din ve felsefe alanlarında elde edilen önemli başarılardan dolayı Hindistan'ın Altın Çağı olarak anılmaktadır. Sıfır kavramını da içeren ondalık sayı sistemi bu dönemde Hindistan'da icat edildi. Guptaların önderliğinde yaratılan barış ve refah, Hindistan'da bilimsel ve sanatsal çabaların sürdürülmesini sağladı.
-ANLAMA EVRESİNDE BİLİMSEL BİLGİNİN ORTA DOĞU YOLCULUĞU:
1-DOĞU ROMA'da 391'de Theodosius'un paganizmi yasaklamasıyla, >>
2-Antakya, Edessa (Urfa) ve Nisibis (6.-7. yüzyıl) ile başladı: >>
3-Cündişapur (7. yüzyıl) Sasani İmparatorluğu’nun önemli bir bilim ve tıp merkezi olan Cündişapur, >>
4-Chang’an (8. yüzyıl ve sonrası) Tang Hanedanlığı’nın başkenti olan Chang’an, >>
5-Samarkand (8. yüzyıl) İslam’dan önce Sogdiana bölgesinin merkezi olan Samarkand, >>
6-Ujjain / Pataliputra (8. yüzyıl öncesi) Hindistan’ın önemli bilim merkezlerinden Ujjain ve Pataliputra, >>
7-Bağdat ve Beytü’l-Hikme (8.-9. yüzyıl) 762’de Abbasiler tarafından kurulan Bağdat, >>
8-Rey ve Şam (11.-12. yüzyıl) Rey, Selçuklu döneminde önemli bir bilim ve kültür merkeziydi. Selçuklular >>
9-Meraga (13. yüzyıl) Moğol hakimiyetindeki Azerbaycan’da kurulan Meraga Gözlemevi, >>
- Selçuklular ve Bilim Selçuklular Anadolu’dan Çin’e kadar İpek Yolu’nu güvence altına aldı. Ele geçirdikleri şehirlerde kervansaraylar, hamamlar ve medreseler kurarak ticareti ve bilgi dolaşımını kolaylaştırdılar. Medreseler esas olarak fıkıh ve kelam eğitimi verse de matematik ve astronomi de müfredata dahil oldu (Sarton, cilt I; Sezgin, cilt 1).
-Endülüs ve Bilginin Avrupa’ya Dönüşü Endülüs, Arap biliminin Latinceye çevrildiği ve Avrupa Rönesansı’na giden yolun açıldığı bölge oldu. Kurtuba ve Toledo çevresindeki tercüme okulları bu aktarımda belirleyici rol oynadı (Saliba, s. 115).
Neden bırakıldı? Avrupa kendi bilim kurumlarını kurarak bağımsız bilgi üretimine geçti.
-İslam Aydınlanması neden uzun soluklu olmadı? Saliba (s. 100–110) ve Gutas (s. 120), İslam bilim geleneğinin güçlü metafizik ve dini yapılar nedeniyle rasyonel sorgulama ve deneysel yöntemi kurumsallaştıramadığını belirtirler. Bilim entelektüel bir aristokrasiye sıkışmış, geniş toplumsal tabana yayılamamıştır. Bu nedenle bilgi tekrar Avrupa’ya geçtiğinde yeni bir kurumsallaşma ve süreklilik kazanmıştır.
Karanlık çağı izleyen XI. ve XII. yüzyıllarda, İslam Dünyası’ndaki gelişmelerden etkilenen Hıristiyan Dünyası, Latince’den Arapça’ya çevrilen Antik Yunan dönemi eserlerini tekrar Latince’ye çevirme çabasına girdi. Bu kitapların yanı sıra Latince’ye çevirisi yapılan Arapça yazılmış bilimsel eserlerin okunmasıyla, bilimsel anlamda, İslam Dünyası’nın ne kadar gerisinde kalındığının farkına varıldı. XII. Yüzyılda İslam Dünyası’nda >>
-AVRUPA'DA PSİKOPOSLUK KENTLERİ ve TEOKRASİ 9.Y.Y. Roma imparatorluğu güçten düştükçe merkezi otoritenin ve ticaretin zayıflaması ile kentleri psikoposlar yönetmeye başlamış, imparatorluk tamamen çökünce kırsal ile ilişkisi kesilen kentlerde teokrasi hükmetmeye başlamış, kent seçkinleri kırsala taşınmışlar ve kentte organizasyonu Hristiyanlık dininin simgeleri ve yapıları belirlemeye ve değiştirmeye başlamıştır. Ticaretin ortadan kalkması, halkın yönetimle ilişkisi olmaması, sivil yönetime ilgi ve kent hizmetlerinin azalması, savaş, veba salgını, İslam’ın baskısı ile ticaret ve para ekonomisinin durması sonucunda feodal sistem monarşinin yerini alır ve kentsel yapıda yeni bir dönüşüme zemin hazırlar. (Benevolo, Liebeschuetz, Pirenne, Wickham ve Wichwar’dan aktaran Yusuf Pustu.)(Coşkun 2023)
-AVRUPA'DA ORTAÇAĞ ve KOMÜNLER 10.Y.Y.
Ortaçağ’da doğuda merkezi devletler yüküm sürerken, batıda on beşinci yüzyıla kadar feodalite ve komün yönetimleri söz konusu idi. Selçukluların ipek yolunu güvenli hale getirmeleriyle Orta Doğu’nun cazibesi artar ve Haçlı Seferleriyle ticaret yeniden canlanınca Avrupa’da şehir hayatında değişimler başlar. Güvenlik nedeniyle Uzak Doğu’nun kapısı olan Orta Doğu ile, deniz ve kara yoluyla, ticaret yapmaya başlayanlar bu yolları birlikte katettikleri gibi, şehir kıyılarında birlikte yaşamaya başlar. Yine şehirlerin genişleyen bu bölümlerinin güvenliği için burçlar inşa edilir. Orta Çağ şehirlerinde kırsaldaki üretim için kurulan pazarları, uluslararası alış veriş merkezleri olan panayırlara dönüştürmeye başlayan bu yeni sınıf bir yandan ticaret ile ekonomiyi, hatta üretim ile sanayiye geçişi canlandırmaya, bir yandan feodalite, teokrasi ve monarşi arasındaki çeşitli sorunlardan yararlanarak şehrin yönetimini ve organizasyonunu ele geçirmeye başlar. Gerek bağımsız, gerek monarşiden veya >>
Roma döneminde merkeze bağlı soyut bir toplumsal yaşam olarak doğadan koparılan şehir, Orta Çağ’da dünyadan da koptuktan, nüfusu azalıp küçüldükten sonra artık bu dönemde; canlanan ekonomisi, sosyal hayatı, üretimi, güvenliği, özellikle vatandaşlık kıvamında hemşehriliği ile bağımsız hukuku ve hatta sağladığı özgürlükle (O dönemdeki özgürlük anlayışı için bakınız: Yusuf Pustu) yeniden göç almaya başlayan, günümüz devletlerinin sahip olduğu bütün özelliklere sahip bir zorunlu birlik, bir tüzel kişilik haline dönüşür. (Talha Turan) Soyut bir birlik olarak Kentin kurumsallaşması. Kent yönetimi olarak belediye ve orta sınıf olarak burjuvanın doğumu. Ekonomik gelişmenin sürdüğü ve >>
-M.S. 800 ile 1000 arasındaki dönem, Afrika / Avrasya dünyasında dramatik dönüşümlere sahne oldu. Bunlar arasında en önemlisi İslam'ın kuzey Afrika'ya yayılması ve Güneydoğu Asya'da Hintleşmenin daha da genişlemesiydi. Normalde bu dönüşümler ayrı olarak görülür ve bu şekilde değerlendirilir. Bununla birlikte, küresel bir perspektiften bakıldığında, iç içe geçmiş durumdadırlar ve birlikte modern dünyanın temellerini attılar. Tüm bunları mimari terimlerle ifade etmek gerekirse, İspanya'daki Kurtuba Cami (784), Endonezya'daki Borobudur(800) ve Japonya'daki Todai-ji (730) ile uyumludur ve her biri İslamileştirme, Hintlileştirme ve Budistlesştirme süreçlerinin sonucudur. Kültürel değişim ve gerilimin bu çapraz akımında, mimari sadece kopyalanmadı ve ihraç edilmedi, aynı zamanda çok çeşitli yeniliklerden geçti. Yakında, Hindistan'da sekiz yüz yıllık geçmişiyle kaya mimarisi geçmişte kalacaktı. 9. yüzyıl taş duvar tapınaklarına, ekonomilerine ve bürokrasilerine geçişi gördü. Avrupalılar bu küresel ekonominin önemli bir parçası değildi. Feodal sistem, kıtalar arası ekonomik karşılıklı bağımlılığın aksine, ekonomik bölgecilik ilkeleri etrafında inşa edildi. Güçlenen bir manastır kültürü istikrarı artırdı, ancak Hindistan'da bir Hindu tapınağı genellikle bir şehirle ve zenginlik idealleriyle ilişkilendirilen ekonomik bir birimdi." (A Global History of Architecture) Yeni bilgiler, buluşlar keşiflerin ışığıda antik bilginin otoritesinden sıyrılma çabaları bu dönemin sonuna doğru başladığı halde, bu otoriter düşünce dünyasının antik çağın çoğulcuğunu birer merkezde birleştirme eğilimiyle mimarlıkta, özellikle kamusal yapılarda bir örnekleştirme yayılıyor gibi.
-M.S.400 " BAMİYAN'da Greco(Yunan)-Buddhist Buddha heykelleri, KUSHAN'da, Yungang Mağaraları, Mogao Mağaraları ve Ajanta Mağaraları'nda Budizm kurulur ve yaygınlaşır. Hindistan, Çin ve Orta Asya'da mağaralarda ve çevresinde resim ve heykellerle ahşap mimarisini taklit eden taş oymalar başlar."
(A Global History of Architecture)
"İnsan ve doğa arasındaki bu karmaşık ve belirsiz ilişki Hint mimarisinin merkezinde yer alır. Avrupalılar -eski Yunanlılardan başlayarak- mimariyi alışkanlıkla insan yapımı, doğayı tamamlayan ve ondan oldukça ayrı bir nesne olarak algılamışlardır. Dolayısıyla Atina'daki Akropolis'teki Parthenon, kutsal dağa yerleştirilen en önemli nesnedir. Bina ve doğa uyumlu bir diyalog içinde konuşur, ancak birbirlerini taklit etmezler. Batı mimarisinin çoğu bu yüzyıla kadar bu paradigmayı takip etti. Hindu mimarisi hiçbir zaman bu aşırı tutumu benimsemez; ne de tersini alır. Bunun yerine, Ajanta'nın belirsizliğiyle karşı karşıyayız - dağdan oyulmuş, her biri sürekli olarak kendi yerinde dönen, hayret verici mağaralar dizisi. Peki Ellora'da Kailash dağı yok mu ediyor yoksa koruyor mu? Doğanın bir parçası mı, yoksa insana mı ait? Vedaların temelini oluşturan felsefi çoğulculuk, basit tercihlerin ikiliklerini küçümseyerek bir kez daha kendini ortaya koyuyor."(Charles Correa)
-ROMA'NIN HIRİSTİYANLAŞTIRILMASI Roma'daki şehirlerin çoğu mezar, şehrin dışarısında ya da duvarların dışındaki mezarlıklarla dolu olduğundan, Roma'nın Hristiyanlaştırılması batı kentleşme tarihinde daha önce hiç duyulmamış ve tamamen yeni bir coğrafi profil yarattı. Şehre ve kent imajına artık bir forum, agora veya saray hâkim değildi, bunun yerine şehrin ve çevresinin en uzak köşelerine kümeler halinde dağılmış düzinelerce manastır, vaftizhane ve kilise inşa edildi. Beton kullanımı o zamana kadar unutulmuştu ve bu nedenle tonozlama imkansızdı. İmparator tarafından yaptırılan bir bina için bile duvarcılık sanatının kendisi solmuştu, sütunların Roma binalarından alınması gerekiyordu. Bina, Helenistik geleneğe göre Tanrıların karanlık ve samimi bir evi olmadığı gibi, Budist anlamda kişisel bir yansıma yeri de değildi. Daha ziyade, büyük ölçekli ortak törenlerin emperyal zafer mesajıyla örtüştüğü bir alandı. Vaftiz, kilise cemaatine girişi simgelediği için vaftizhanelere özel mimari önem verilmiştir. (A Global History of Architecture)