FELSEFE

ARİTMETİK

GEOMETRİ

ASTRONOMİ

SANAT - MÜZİK

FİZİK

BİYOLOJİ

MİMARLIK

-ORTAÇAĞ (MS 476-1453) Ortaçağda bilginin yerini inanç almıştır; teolojik bilgi, mantık, felsefe hatta matematik (aksiyom) yardımı ile sistematize edilmeye çalışılmış, sonuçta bilgi ve inanç arasındaki ayrım Rönesans'a yolculuğu başlatmıştır. Antik Dönem’de egemen olan >>
bilginin üstünlüğü düşüncesinin, yani “theoria” nın yerini uygulamanın yani “praxis” in üstünlüğü almıştır. Bunun sonucunda, bilimin değer yitirmesi ve öneminin ortadan kalkışı, böylece, bilime karşı olan ve bilginin üretilmediği “karanlık dönem” başlamıştır. Orta Çağ düşüncesinin merkezine Hıristiyanlık ve Tanrı kavramlarının yerleştirilerek, klasik düşüncenin temeli olan doğada olan biteni araştırmak ve doğruyu bulmak yerine, dinsel dogmaları anlama, açıklamaya yönelmek düşüncesi hakim olmuştur. (Bilim ve Teknoloji Tarihi)

-YENİ PLATONCULUK veya Yeni Eflatunculuk ya da Neoplatonizm, Plotinus'un çalışmalarıyla başlayan ve İmparator I. Justinianus'un Platon'un akademisini MS 529'da kapatmasıyla biten Platonik felsefe sürecini tanımlamak için kullanılan modern terim. Platon ve Aristoteles öğretilerini uzlaştırarak oluşturulmuş felsefi akım. Platonizm'in bu türü doğasında mistik veya dini unsurlarla tanımlanmaktadır.
-SKOLASTiK FELSEFE Skolastik felsefe/düşünce, Latince kökenli schola (okul) kelimesinden türetilen scholasticus teriminden gelmektedir ve kelime anlamı olarak okul felsefesi demektir. Bu anlam önemlidir, zira skolastik felsefe, Orta Çağ düşüncesinde doğrunun zaten mevcut olduğu düşüncesine ve felsefenin okullarda okutularak öğretilmesine dayanan bir yaklaşım sergiler. Bu felsefenin temeli teolojidir, ona dayanır ve onu desteklemeye çalışır.Patristik felsefenin sürdürülmesi ve orada bir öğretiye dönüştürülmüş olan Hristiyan inancının felsefi anlamda temellendirilip sistematize edilmesi yönündeki çabalardan meydana gelmiştir. >>
Orta Çağın belirli bir döneminden itibaren tüm felsefe etkinliği skolastik zemininde gerçekleştiği için, Orta Çağ felsefesi denildiğinde akla gelen genellikle skolastik felsefedir. Oldukça geniş bir tarihsel dönemi kapsar. İkinci bir nokta, hem Hristiyan skolastiğinin hem de İslam skolastiğinin söz konusu olmasıdır. Felsefe tarihi içinde Skolastiğin üç ayrı dönem olarak ele alınması söz konusudur:
Erken Dönem Skolastik (800-1200)
Yükseliş D. Skolastik (1200-1300)
Geç Dönem Skolastik (1300-1500)

-AUGUSTİNUS (354-430) Tanrıbilimci Augustinus, devleti Tanrının yeryüzündeki temsilcisi olarak tanımlar.
-BOETHİUS (477-524) Günümüze ulaşan Felsefenin Tesellisi adlı eseri ile tanınan Boethius; Orta Çağ felsefesine temel mantık öğretileriyle tanıştırmıştır. 11 ve 12. yüzyıl filozoflarına Aristoteles'le ilgili olarak sahip olabildikleri tüm bilgileri sağladığı söylenebilir. Boethius'a bu açıdan bakacak olursak, mantık ve yöntem konusunu Hristiyan düşüncesi veya kültürüne armağan eden kişi olduğu söylenebilir. Bu sebeple ve özellikle de teolojik problemlerin çözümünde sadece felsefe terimleri değil, mantıksal argümanları kullanması ve inanç ile akıl arasında ayrım yapması nedeniyle skolastik yöntemin öncülerindendir. Boethius yine bu bağlamda her bilimin kendine özgü ilkeleri olmasını düşündüğü tezinden ötürü teolojinin özerk bir bilim haline gelmesine önemli katkılarda bulunmuştur. >>
Felsefenin Tesellisi'nde kader, talih, tanrısal öngörü ve irade özgürlüğü konularında Orta Çağ Hristiyan düşüncesine en temel referans olan bu eserde Boethius, felsefenin insanı Tanrı'ya götürecek en önemli araç olduğunu gösterme amacı güder. Boethius'un en önemli amacı Grek felsefesi ve Latin alemi arasında köprü olmaktı. Bu nedenle en baştaki niyeti Aristoteles'in eserlerini ve Platon'un eserlerini Latince'ye çevirmek ve birtakım yorumlar sayesinde iki doktrinin birbirleriyle ayrıldığı noktalar olsa da bir olduğu noktaları göstermekti (Boethius'tan akt. Dürüşken FT ''Sunuş'', 18). Bu çalışmasını tamamlayamamıştır ama belirli eserleri çevirmiş ve yorumlar yazmıştır. Aristoteles'in Kategoriler, Birinci ve İkinci Analitiler, Sofistik Çürütmeler, Topikler kitaplarını tercüme etmiştir. Boethius genel olarak bu tercüme ve yazdığı yorumlar sayesinde, Aristoteles'in Organon'unun kapsamı içinde geçen diğer kitaplarını da Latince'ye tercüme edileceği 12. yüzyıla kadar, Orta Çağ Avrupa'sının mantık hocası olarak kalmıştır. Aristoteles ve Platon felsefelerinin doğuda anlaşılacak biçimde yeniden ele alınması ve ikisinin farklarının yanında ortak yönlerini ve aynı amacı taşıdıklarını daha sonra Farabi, 'Mutuluğun Kazanılması' adlı eserinde incelemiştir. Boethius felsefeyi veya bilgeliği teorik ve pratik bilgelik olarak ikiye ayırmıştır. Teorik bilgelikte üç ayrı varlık türü vardır: dolayımsız olarak algılananlar, akledilebilir olanlar ve doğal olanlar. Doğal olanlardan kast ettiği fiziktir (astronomi, coğrafya vs). Birinci varlık türüyle Tanrı'yı melekleri vs. kast eder. Akledilir olanlar, yani ikincileri de Platon'un idealar alemi gibi aşağı düşerek cisimlerin içine düşmüş varlıklardır. Nasıl ki teorik bilgeliği üçe ayırdıysa pratiği de ayırır: Bunlardan birincisi etik, ikincisi politika felsefesi ve üçüncüsü iktisattır.

-PHİLOPONUS (490-570) aynı zamanda İskenderiyeli Yuhanna olarak da bilinen, Bizanslı İskenderiyeli filolog, Aristoteles yorumcusu ve Hıristiyan ilahiyatçı, atalet kavramını ilk ortaya atan düşünür. Yazılarından geriye kalanlar, modern bilimin kullandığı didaktik akıl yürütme yöntemlerinin aynısını kullandığını ve gerçek deneyler yaptığını gösteriyor. Deneyciliğin başlangıcı. Nahvi ve çağcılları, Kilikyalı Simplicius ve Straton, Aristotelesçi uzay kavramını daha da geliştirdiler ve sonunda Rönesans perspektif teorisini, özellikle de Leon Battista Alberti ve diğer mimarlık ustaları tarafından vurgulanan teoriyi etkiledi.
-FARABi (872-950) Aristoteles'ten sonra 2.Öğretmen olarak tanınan Farabi, Aristoteles'in felsefesini, doğuda anlaşılabilmesi için doğudaki hayattan örneklerle açıklamaya çalışmıştır. Kendi zamanındaki tüm bilim öğrenmeye çalışmış, "Bilimlerin Sınıflandırılması" adlı ansiklopedik derlemesi ile, her bilimin içeriğini açıklamaya çalışmıştır. Felsefeyi İslam inancı ile barıştırmaya, inanca uygun bir felsefe kurmaya çalışmışsa da felsefenin yeterli olduğunu söylemiştir.
-EL-MA'ARRİ (973-1057)
-ÜNİVERSİTELER: IX. yüzyılla XII. yüzyıl arasındaki zaman diliminde, yüksek öğretim kurumları olarak papazlar tarafından yürütülen katedral okulları rol oynuyordu. Üniversitelerin kurulmasına kadar dini eğitim verilen bu kurumlar varlıklarını sürdürdüler. M.S. 1000 yılında, İtalya’nın Bologna kentinde, hukuk eğitimi almak isteyen öğrenciler, Universitas adlı bir oluşum başlattılar. Bu oluşumun etkisiyle yaklaşık bir yüzyıl sonra, Bologna Üniversitesi’nde tıp ve felsefe fakülteleri kuruldu. Bu üniversiteden sonra, >>
Oxford, Cambridge, Padua, Ravenna ve Paris Üniversiteleri de kuruldu. Bu üniversiteler, İlahiyat, Kilise Hukuku, Tıp ve Genel Meslekler olmak üzere dört programdan oluşuyordu ve öğretim üyeleri din adamı kimliğini taşıyordu. Bütün programlardaki dersler iki ana gruba ayrılıyordu. Birinci grup, gramer (dilbilgisi), retorik (konuşma) ve diyalektik ders paketini içerecek şekilde olup, üçlü anlamına gelen Trivium adını alıyordu. İkinci grup ise, Aritmetik, Geometri, Müzik ve Astronomi ders paketini içerecek şekilde olup, dörtlü anlamına gelen, Quadrivium adını alıyordu. (Bilim ve Teknoloji Tarihi)

-ANSELMUS (1033-1109) "Anlamak için İnanıyorum". İnanç-akıl ilişkisi söz konusu olduğunda, akıl karşısında inanç ya da imana, bilgi karşısında da otoriteye öncelik vermiştir.
-İBN RÜŞD (1126-1198)Endülüslü-Arap felsefeci, hekim, fıkıhçı, matematikçi ve tıpçı. Tercüme ve yorumlamalarıyla Aristo'yu Avrupa'ya yeniden tanıtmıştır. İslam felsefesinde Aristocu akım olan meşşailiğin temsilcilerindendir.
-AQUİNAS (1225-1274) Bilgi felsefesi, metafizik, siyaset ve ruhun ölümsüzlüğü konularındaki yorumlarıyla skolastik düşünceye önemli katkılar sağlamıştır. 1917'de ise Kilise yasası, Akiunumlu Thomas'ın görüşlerini Kilise'nin resmi görüşü ilan etmiştir. 1914'te onun görüşlerini tartışmak, günaha girmekle eş anlamlı kabul edilmiştir.
-Tanrı ve sonsuzluk hakkında deneyime sahip olmadığımızdan, bu alanlara yönelik bilgi, inanç bilgisidir. Bu tür bilgilere gerçek anlamda bilgi denilemez, onlara ancak inanılabilir. Böylece inanç ve bilgi arasına kesin bir ayrım konulmuş olunmaktadır. Bu yöndeki gelişim Rönesansı meydana getirecektir. Wikipedia/Skolatsik Felsefe
Genellikle cebirin babası olarak Diophantus bilinir ancak Harizmi'nin Al-jabr disiplin kuralları sonucunda bu ünvana sahip olması istenmektedir. Diophantus'u destekleyen kişiler Al-Jabr 'deki cebirin biraz daha elenmentsel olduğunu ifade etmişlerdir. Kendi savundukları Arithmetica kitaplarının Al-Jabr 'dan daha teorisel olduğunu söylemişlerdir. Al-Khwarizmi'yi destekleyenler ise çıkarma ve dengeleme (toplamının tersi ve elemanların birbirlerini sıfırlaması) Al-jabr kitabının cebiri her şeyden ayrı tutup yeni teoriler üzerine kurulmuş olmasından dolayı sevmişlerdir. İranlı matematikçi Ömer Hayyam cebirsel geometrik çözümler ve küplü denklemler üzerinde çalışmış biridir. Bir diğer İranlı matematikçi ise Şerafeddin el-Tusi'dir. O da fonksiyonların gelişiminde etkili biri olmuştur. Hint matematikçiler Mahavira ve II.Bhaskara, İranlı matematikçi Al-Karaji ve Çinli matematikçi Zhu SHijie birçok küplü denklemin çözümüde etkili olmuşlardır. (wikipedia/Cebir)
-BOETHİUS (477-524) Roma dünyasının belkide en büyük matematikçisi Anicius Manlius Boethius antikçağın son Stoacı filozofu ve Ostrogot Kıralı Büyük Theoderich'in güvendiği adamı olup matematiksel bilimleri (aritmetik, geometri, müzik ve astronomi) "quadirivum" (dört yol) olarak tasarlamış ve daha sonraları çoğunlukla "quadirivum" olarak adlandırmıştır. Yedi Serbest Sanatın bunlar dışında kalan diğer üçü (gramatik, retorik, ve diyalektik) 9. yüzyıldan itibaren "trivium" (üç yol) diye adlandırılmıştır. Bu ad altında incelemeler 1500 lü yıllarda Wilhelm Holtzman 'a kadar devam eder.
-SIFIR SAYISI M.S. 5. yüzyılda Hintlilerce icat edilmiştir. Müslümanların matematik alanında Hintlilerden aldığı bilginin büyük bir kısmı Siddhantalar olarak bilinen ve M.Ö.425 lere dek uzanan derleme astronomi risalellerinde bulunuyordu. Bu risalelerden Müslüman kaynaklarında Sindhiindler olarak söz edilmektedir. Klasik Hint matematik eserlerinden Surya Siddhanta'da (400ler) sinüs, kosinüs ve ters sinüsgibi trigonometrik fonksiyonlar ortaya koymuştur. Bunlar arasında İslam matematik ve astronomi bilgisi için belki en önemli olanları, Hintli matematikçi ve gökbilimci
-BRAHMAGUPTA(598-670)'ya ait olan ve ondalık sayıları ve Hint-Arap sayı sisteminin açık bir şekilde sergileyen Brahma-Sputha-Siddhanta (Brahma'nın Sistemi 628) ile daha önceki Siddhantalar'ın sistemleştirilmiş hali olan, Aryabhata'l'in (476-550) Aryabhatiya'sıdır (Arya Hizmetçisinin Kitabı) Siddhantalar 773 yılında Halife el-Mansur'un emriyle Arapça'ya çevrilmiştir.
-TSU CH'UNG CHİH (430-501) Çinli bilgin Pi sayısının 7. ondalık basamağa kadar olan değerini bulmuştur ki bu değer, onu izleyen 100 yıl boyunca aşılamamıştır. Çin matematiği daha sonra inişe geçmiş, 16.-18. yüzyıllar arasında Cizvit misyonerlerin Çin'deki çalışmaları sonucunda Çin metamatiği yendiden canlanmış ve iki kültür (Çin ve Avrupa Kültürleri) arasında etkileşmeler olmuştur.
1130 yılı dolaylarında Bath'li -ADELARD (1080-1142) tarafından Algoritmi de Numero Indorum (Harzemli Hint Rakamları ile Hesaplama Sanatı) adlı Toledo çevirisi, Batı'da büyük etki yaratmıştır.
-EL-HAREZMİ (780-850)
bu yapıtında pratiğe eğilim konusunda şunları söylemektedir; "Arimetikte en kolay ve en yararlı olan şey, insanların günlük yaşamlarındaki miras işlerinde, mal bırakmalarında, paylaşımlarda, davalarda, ticarette ve tüm işyerlerinde, ya da arazi ölçümü, kanal hafriyatı, geometrik hesaplamalar ve çok çeşitli türden başka konularda yapılanlardır." Yazdığı 'The Compendious Book on Calculation by Completion and Balancing' isimli kitabı matematikte bazı görüşlerin oluşmasına neden oluyordu çünkü cebirin ve matematiğin temel disiplin kurallarının geometri ve aritmetikten farklı olduğunu söylemiştir. Helenistik matematikçiler Diophantus ve Alexandria ve Hindistanlı matematikçi Brahmagupta, Mısır ve Babillilerin yaratmış olduğu matematik kurallarını devam ettirdiler ve üzerlerine bir şeyler eklemek için çabaladılar. Yazmış oldukları kitaplardanda faydanalarak ilk kez içerisinde sıfır ve eksi sayıların olduğu denklemleri çözmeyi başardılar. Denklemler teorisine göre incelenen cebirin en önemli iki ismi Diophantus ve El-Harezmi' nin çalışmaları yıllarca incelenmiştir.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Cebir
-FİBONACCİ (1170-1240) en çok Hint-Arap Sayılarını Avrupa'ya getirmesiyle ve 13. yüzyıl başlarında yayınlanan Liber Abaci isimli hesaplama yöntemleri kitabıyla tanınır. Liber Abaci’de bir örnek olarak yer alan çağdaş sayılarla hesaplanmış kendi adıyla anılan sayı dizisi Fibonacci dizisi olarak anılmaktadır. Sadece Fibonacci dizisi ve özellikleri ile ilgili kitaplar hatta haftalık düzenli yayınlanan matematik dergileri bile bulunmaktadır.
-JORDANUS M.S.12.YY Avrupa'lı Bilim İnsanı ve Matematikçi, en az 6 farklı önemli matematik konusu üzerine incelemeler yazdı: ağırlık bilimi; pratik aritmetik üzerine “algorismi” incelemeleri; saf aritmetik; cebir; geometri; ve stereografik projeksiyon. Jordanus'un amacı, Öklid'in geometri için yaptığına benzer şekilde, aritmetiğin tam bir özetini yazmaktı.
-EL-MARDİNİ (1423-1497) Bedrettin Sıbt El-Mardini tümüyle altmışlık sistemi incelediği Rakaik el-Hakai'k fi Hisabid Durc ve'd-Dakaik (Derece ve Dakikaların Bilgisiyle İlgili Gerçeğin İncelikleri) adlı bir kitap yazmıştır.
-Avrupa 13. yüzyıla dek Romen (Roma) rakamlarını kullanmıştır. Romen rakamları matematik işlemlerini oldukça güçleştirmiş ve geciktirmişti. Bu rakamların yazılması çok hantaldı ve bunlarla dört işlem yapmak çok zor olup kimse bunları beceremiyordu. "Matematiğin Kültürel Tarihi" - Zeki Tez -2011
Yunan Matematiğinin son aşamalarında İskenderiye'li Diophantos ile ortaya çıkan sayısal işlemler, Süryanilerce çoktandır bilinen ama pek kullanılmayan Hint sayı sisteminin geniş bir şekilde uygulama alanına getirilmesinin de yardımı ile iyice genişletilmiştir. Bundan önce aritmetik, parmak hesabının dışında, yalnızca en bilgelerin anlayabilecekleri bir sırdı. Arap rakamları artimetiği herhangi bir ambar çırağının kavrayabileceği duruma getirdi ve böylece Araplar matematiği demokratikleştirdi de denebilir. Bütün çizimler, çapraşık astronomi ya da fizik hesapları kusursuz bir sayı sistemi gerektirdiğinden, Arapların Hint sayı sistemini geliştirmeleri, matematiği kısa zamanda çeşitli yararları dokunan bir araç haline getirdi. Böylece Araplar yeni bilgi dalları yarattılar ve bu alanda ne Yunanlıların ne de Hintlilerin asla varamamış oldukları bir olgunluğa eriştiler. Aritmetiğe olan tutkuları o kadar büyüktü ki, bu onları, Eskiçağ'ın en büyük matematikçilerinin çözülemez dedikleri aritmetik problemlerini ele almaya ve onları çözmeye yöneltmişti. Araplar cebirin yanısıra hem astronomi hem de haritacılıklta büyük önem taşıyan bir başka alan olan trigonometride de büyük gelişme kaydettiler. Bu nedenle de, Rönesans'ın matematik öğretmenleri bir anlamda Yunanlılar değil, Araplar olmuştur. >>
Diophantus'un ölümünden sonra Arithmetika ve diğer çalışmaları batı dünyasında (Avrupa'nın Karanlık Çağ'a girmesinden dolayı)unutulmuştur. Arithmetika'nın büyük bölümünün bugüne ulaşabilmesinin sebebi, Arap alimlerin bu eser üzerinde tafsilatlı bir şekilde çalışmasıdır. Diophantus'un çalışmaları tarihte büyük bir etkiye sahipti. Arithmetica’nın baskıları on altıncı yüzyılın sonlarında ve 17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa'da cebirin gelişimi üzerinde derin bir etki yaptı. Diophantus ve eserleri de Arap matematiğini etkiledi ve Arap matematikçiler arasında büyük ün kazandı. Diophantus'un çalışması cebir üzerine çalışmak için bir temel oluşturdu ve aslında ileri matematiğin çoğu cebire dayanmaktadır. Hindistan'ı ne kadar etkilediği tartışma konusudur.
Diophantus genellikle "cebirin babası" olarak adlandırılır çünkü sayı teorisine, matematiksel gösterime büyük katkıda bulunmuştur ve Arithmetica senkoplu gösterimin bilinen en eski kullanımını içermektedir.
Arapların ilk matematik araştırmaları Emeviler (661-750) dönemine uzanırsa da bu çalışmalar genel olarak Abbasiler (750-1258) döneminde başlar ve uluslararası üne kavuşmuş olan büyük matematikçi el-Harezmi ve çağdaşı İbn Türk ile hızlanır.

-EL-BATTANİ (858-929) Trigonometrinin en büyük kurucularından biri, Harran doğumlu ünlü astronom Ebu Abdullah el-Battani'dir. Kendisine "Bağdat'lı Batlamyus" lakabı da verilmiştir. El-Battai sinüs, tanjant ve kotanjantın sıfırdan doksan dereceye kadar çizelgelerini hazırlamıştır.
İslam matematik metinleri, pratikten çıkan sonuçları saf bilim ile birleştirmesiyle Yunan matematik metinlerinden ayrılır. Buna örnek, Al-Farabi'nin, mühendislik bilimi ile cebri birbirine bağlamasıdır. Uygulamalı bilginin (pratiğin) sistemli olarak kuramla işlemek İslam biliminin özel bir yaratısıydı.
-AL-FARABİ (870-950)matematiği yedi alt disipline ayırmıştır. Cremona'lı Gerard'ın (1114 – 1187) buna ilişkin Latince çevirisinde bu disiplinler şöyle verilmektedir. 1- Aritmetik 2-Geometri 3-Optik ve perspektif 4-Yıldızlar bilimi 5-Müzik bilimi 6-Ağırlıklar bilimi 7-Mühendislik birimi.
Al-Farabi'nin Geometriye katkısı, özellikle "Teknik Geometri" adlı kitabı ile belirginleşir. Farabi, kendine has bir tanım olarak Geometriyi, her bilimi hemen hemen aynı şekilde iki grupta incelediği gibi, iki bölüme ayırır; >>

Birinci bölümde; Ameli Geometri. Ameli geometri işlerle ve üretimle ilgili bir bölümdür. Burada yapılan çizimlerdeki her öge (kare, üzçgen, daire v.b.g) üretimi yapılacak veya üretimde kullanılacak bir neseneyi temsil eder. Masa, sandalye, duvar, pencre v.b.g.
İkinci bölümde; Nazari Geometri. Bu geometride kullanılan, çizimi yapılan şekiller, kendilerinden başka bir şey ifade etmedikleri gibi, bir tür zihinsel problem çözme ve/veya soyut düşünmeye yarar. Farabi, ilimler ilmine giren kısmın bu olduğunu söylemekle belki de, o döneme kadar, felsefe okullarının; "Geometri Bilmeyen Yanımıza Gelmesin" sloganının içeriğindeki Geometrinin bu olduğunu kastediyor olabilir. Farabi'nin "Teknik Geometri" kitabı, herhangi bir ölçü birimi ve ölçü aleti kullanmadan geometrik problemler ve çözümler, oran, kıyas ve bunun gibi incelemeler içermektedir. Dairenin üç, dört, beş v.s. eşit parçalara bölünmesinden başlayarak, kürenin kağıt üzerinde yirmi eşit parçaya bölünmesi ile sonlanır. Teknik Geometri - Al Farabi

-AHMED BiN-MUSA (803-878)Banu Musa, bölge ve çevre konusunda Yunanlılardan farklı bir görüşe sahipti. Tercüme ettikleri araştırmada Yunanlılar hacme ve alana gerçek bir sayısal değer vermekten çok oranlar açısından baktılar. Çoğu, bu tür ölçümleri nispeten başka bir nesnenin boyutuna dayandırdı. Günümüze ulaşan yayınlarından biri olan Kitab Marifat Masahat Al-Ashkal'da (Düzlem ve Küresel Şekillerin Ölçümü Kitabı) Banu Musa Kardeşler hacim ve alana sayısal değerler verdi. Bu, Yunan kaynaklarını sadece çevirip çoğaltmadıklarının kanıtıdır. Aslında konseptler üzerine inşa ediyor ve kendi orijinal çalışmalarından bazılarını ortaya koyuyorlardı.
-SABiT BiN-KURRA (836-901) Matematik, Geometri, Astronomi, Fizik ve Tıp alanında çalışmaları bulunan Sabit Bin-Kurra Yunancadan tercüme konusunda da bir okul kuracak kadar önemli hizmetlerde bulunmuştur.
-CEZERİ Al-Jazari (1136-1206) The Book of Knowledge of Ingenious Mechanical Devices (Kitab fi Ma'rifat al-Hiyal al-Handasiyya)
-PİTİSCUS (1561-1613) Trigonometri, teknik bir terim olarak ilk kez, Bartholomaeus Pitiscus tarafından 1975'te yayımlanan Trigonometria adlı eserinde kulllanılmaya başlanmış ise de, Müslümanlar yıllarca önce, hiçbir ad vermeksizin genel matematik ve astronomi içinde bugünkü trigonometrinin konularını işlemişlerdir. Avrupalılar modern trigonometrinin temelini oluşturan sinüs, kosinüs, tanjant ve kotanjantın ne olduklarını müslüman matematikçilerden öğrenmişlerdir. Örneğin Latince olan "sinus", Arapça "ceyb" (cep, kıvrım) sözcüğünden dönüşmedir."Matematiğin Kültürel Tarihi" - Zeki Tez -2011
Batı Avrupa’nın uyanmasından önceki yüzyıla kadar Yunan kültürünü ve geometrisini tam olarak Müslümanlar anlamıştır. Yunan klasiklerini, geometrilerini, fen bilimlerini ve felsefelerini Arapça’ya çevirmişlerdir. Fakat ne Öklid’in ne de Apollonius’un çalışmalarına gözle görünür bir katkı yapmışlardır. Okullaşma olmadığı için gençlere bu çeviriler öğretilmemiş, bu kitaplar sadece neredeyse bir süs olarak sarayda kalmıştır. Yaptıkları hizmet, kaybolmaya yüz tutmuş Yunan klasiklerini, matematiksel üretimini ve düşüncelerini Arapça çevirileriyle Avrupa’ya iletmişlerdir.
Avrupa’daki karanlık çağda biri Boethius’un (510) diğeri de Öklid’in (MÖ 300) Sements isimli kitabı vardı. Bunlardan sonra Gerbert’in (1000) ve Fibonacci’nin (1202) geometrileri sayılabilir ama bu geometriler İskenderiye geometrilerinden ileri bir düzeyde değildi.Wikipedia/Geometri
Daha önce birer gözlem noktası olarak birçok proto-gözlemevi inşa edilmişse de ilk gerçek anlamda gözlemler evleri bu dönemde Orta ve Uzak Doğu'da kuruluyor. (Wikipedi/Gözlemevi)
-GUPTA İMPARATORLUĞU (MS 319-550) döneminin başlangıcında, Hindistan'da , Roma isimlerine karşılık gelen Hindu tanrıları ve gezegenlerine dayanılarak haftanın yedi gününün isimleri ortaya çıktı.
-ARYABHATA (MS 476–550), dünyanın yuvarlak olduğunu ve kendi ekseni etrafında döndüğünü öne sürdü. Ayrıca Ay'ın ve gezegenlerin yansıyan güneş ışığıyla parladığını da keşfetti. Tutulmaların sözde gezegensel düğümler Rahu ve Ketu'dan kaynaklandığı yönündeki hakim kozmogoni yerine, tutulmaları Dünya'nın oluşturduğu ve Dünya'ya düşen gölgeler olarak açıkladı.
-ZHU CHONGZI (429-500) Çinde 1900'lü yıllara kadar kullanılan yaklaşık 100 kadar geleneksel / bölgesel takvimden birini tasarlamıştır. M.Ö.2000'li yıllara kadar uzanan geleneksel Çin takvimleri, matematiksel olarak Metonic döngüsü kadar kesin hesaplar içerse de, Astorolojik kehanetlerle ilgili olduklarından Çin, ayrıca tüm dünya ile uyumlu bir takvim hesabı ihtiyacı ile, önce 1912'de Gürcü takvimi, daha sonra 1949'da Gregoryen takvimini kullanmaya başlamıştır. Gelgitler ve ekim mevsimleri gibi birçok konuda çok başarılı zamanlamalar veren geleneksel Çin takvimleri, çiftçi ve denizciler için hala geçeliliklerini sürdürmektedir.
-HİCRİ TAKVİM M.S.639'da, Mekke'den Medine'ye göçün 1 olarak kabul edildiği, ay döngüsü ile hesaplanan takvimdir. Bu kabulden önce bölgede yıllar matematiksel olarak (rakamlarla) değil, o yıl gerçekleşen önemli olayların adları ile anılıyordu. Ay döngüsü ile hesaplanan yıl (354 ya da 355 gün) ile güneş döngüsü ile hesaplanan yıl (365 gün 6 saat) arasında yaklaşık 11 günlük fark vardır. Şemsi ve Kameri olarak iki Hicri Takvim vardır.

Ortaçağ’da astronomi bilgilerinin İslam bilginlerince geliştirildiği ve bu bilgilerin sonradan Batı'ya aktarıldığı görülür. Astronomiyi geliştiren bu İslam bilginlerinden başlıcaları şöyle sıralanır:
-FERGANİ (805–880), Gök cisimlerinin hareketleri üzerine yazılar yazdı, ekliptiğin eğikliğini hesaplamasını sağladığı gözlemlerde bulundu. Fergani, Aklın prensiplerine uygun olmayan astronomiyi ilk defa tenkid edenler arasında yer aldı. Gök cisimlerinin, Batlamyus ve izindekilerinin iddia ettiği gibi bazı akıl dışı ruhi cisimler olduğunu kabul etmedi. Onların, akli, kati, homosentrik ve eksantrik daireler şeklinde hareketlere sahip olduklarını ispatladı. Kainatın ve gezegenlerin hacim ve büyüklükleri ile birbirine uzaklıklarını inceledi. Yaptığı hesaplamalar, Kopernik'e kadar Batı astronomisinde değişmez ölçüler olarak kabul edilerek asırlarca kullanıldı. Güneşin de bir hareketi olduğunu ve kendi etrafında döndüğünü ispatlayan Fergani, 842 yılda bir güneş tutulmasını da hesaplayıp gözlemleyebildi. Astronominin yanında Coğrafya bilgisinin de yer aldığı; Astronominin Özeti ve Göğün Hareketleri adlı eseri Batlamyus'un Almageist adlı eserinin bir özeti gibi sayılsa da, birçok detayı düzeltmiştir. Arap, Rum, Süryani, Fars, Kıpti takvimlerinin ele alındığı ve bu takvimlerin aylarının isimleri, günlerinin ve birbirlerine göre farklılıklarının verildiği eserdeki evren ve gökler tanımı; ünlü İtalyan şair Dante Alighieri'nin (1261-1321) ünlü İlahi Komedyası'na kaynak oluşturur.
-KINDİ (801–873), astronomi konusundaki açık düşüncelerini, içerisinde soruların ve cevapların, "Hava değişimi", "Güneş tutulması", "Yıldızların ışınları" tezlerinin bulunduğu 40 bölümden oluşan "Yıldızlardaki Kanun" adlı kitabında toplamıştır.
-DİNAVERİ (820-896) İranlı Kürt astronom. Astronomi ve güneş tutulmaları ile ilgili pek çok eser yazdı, Dinaveri ayrıca yıldızlarla ilgilenen gözlemevi sahibi biri olarak biliniyor.
-BATTANİ (855–923), Güneş Yılını 365 gün, 5 saat, 46 dakika ve 24 saniye olarak ölçmüş bilim insanı.
-HARİZMİ (780-850) astronomi ve usturlab ile ilgili üç eser yazdı.
-ÖMER HAYYAM (1048–1131),Bir gök bilimci olarak, çok hassas 33 yıllık enterkalasyon döngüsüne sahip bir güneş takvimi olan Celali takvimini tasarladı. Bu, yaklaşık bin yıl sonra, hâlâ kullanımda olan Pers takviminin temelini oluşturdu.
-İbn-i HEYSEM (965–1039),araştırmaları hem astronomik gözlemler hem de meteoroloji bakımından çok önemliydi. Atmosfer kalınlığı, göksel olayların gözlenmesinde atmosfer etkisi, alacakaranlığın başlangıç ve sonu (bu durumlar güneş ufkun 19 derece altındayken başlıyor ve bitiyordu), güneş ve ayın ufukta gökyüzünün ortasında göründüğünden daha büyük görünmesinin nedeni ve benzeri olayların optik sonuçları üzerine pek çok konuyu gün yüzüne çıkarmıştı.Bu eserlerinden başka, >>
Mutezile fırkasına, mantıkçılara ve diğer fen ve ilim erbabına cevaben birçok reddiyeler ile kendisine sorulan fen sorularına verdiği cevapları bildiren risaleleri de vardır. İbn-i Heysem'in fizik, astronomi, güneş ve ay sistemleriyle ilgili o kadar çok eseri vardır ki, bunların bir kısmından bastırılarak hazırlanan kitaplar Hristiyan ve Yahudi aleminde ders kitabı olarak okutulmuştur. Muhtelif ilim dallarında ortaya koyduğu terimler bugün hala kullanılmaktadır. Astronomideki modern başarıların kaynağı, İbn-i Heysem'in parlak görüş ve teorilerinden kaynaklanmaktadır. Apollo ile Ay'a inen ilk astronotlar, buradaki kraterlerden birini İbn-i Heysem olarak isimlendirdiler.

-BİRUNİ (973–1048), Yetmiş adet astronomi ve yirmi adet de matematik kitabı bulunmaktadır. Bilim tarihçilerine göre Bîrûnî, Kopernik'le başlayan çağdaş astronominin temellerini atmıştır.
-NASİRUDDİN TUSİ (1201–1274) Meraga Gözlemevi'ni kurdu ve bu kurum en büyük islam bilim kurumlarından biri olarak yer aldı. Rasathanenin yanında büyük bir kütüphane kurulması da gerçekleştirildi, burada dört yüz bin kitabın toplandığı sanılmaktadır. En dikkate değer eseri, Ptolemaik hesaplamalarla ilgili bazı temel sorunları çözen geometrik tabanlı bir sistem olan Tusi çiftinin yaratılmasıydı. Diğer dikkate değer eserleri>>
arasında Öklid'in Elementler ve Ptolemy'nin Almagest adlı eserinin revizyonları ile Zīj-i Īlkhānī veya gezegenlerin hareketlerini detaylandıran İlhan Tabloları başlıklı astronomi el kitabı yer almaktadır. Galileo'nun Samanyolu'nu teleskopuyla görmesinden yaklaşık 350 yıl önce Tusi, galaksiyle ilgili kendi düşüncelerini sunmuş ve "süt rengi" rengin muhtemelen küçük yıldız kümelerinden kaynaklandığını belirtmişti.

-ORESME (1323-1382) Göksel kürelerin dünya etrafında dönmekte olduğu kabulü yerine, dünyanın kendi ekseni etrafında ve boşlukta hareket ettiğini Kopernik'ten yaklaşık yüz elli yıl önce iddia etmiş ve tartışmıştır. Hız ve zaman gibi çeşitli niceliklerin birbirine bağlı olarak değişimini bugünkü koordinat sistemi mantığına uygun çizimlerle göstermiştir. Göksel cisimlerin hiçbir zaman daha önceki konumlarının aynısını tekrar edemeyecekleri teziyle, cahil insanların astrolojik determinizmi terkedip özgür iradelerini anlamalarını umdu. >>
"Öte yandan, Platon 26.000 güneş yılı süren bir kozmik döngüyü, "Büyük Yıl"ı, tanımlamıştı ve bundan sonra gezegenler başlangıç ​​yapılandırmalarına geri dönecekti. Oresme, böyle bir tekrarın mümkün olmadığı sonucuna vardı, dolayısıyla Büyük Yıl da yoktu. Sonucunun astrolojiyi çürüttüğünü vurguladı: Tekrarın imkansızlığı, astrolojik tahminlerin dayandığı tekrarlayan astral yapılandırmalara izin vermiyor. Bunu öğrendikten sonra, cahil insanların astrolojik determinizmi terk edip özgür iradelerini anlamalarını umuyordu." (P. Pesic 2014)

-GIYASEDDİN CEMŞİD (1380–1429), (Özbekistan) gezegensel kavuşumların meydana geleceği günün saatini belirlemek ve doğrusal enterpolasyon gerçekleştirmek için kullanılan analog bir hesaplama aracı olan Kavuşum Plakasını icat etti. Ayrıca, Güneş, Ay ve gezegenlerin enlemleri; ve Güneş'in tutulması, Güneş ve Ay'ın boylamındaki gerçek konumları ve eliptik yörüngeler açısından gezegenlerin konumunun tahmini de dahil olmak üzere bir dizi gezegen problemini grafiksel olarak çözebilen, Bölge Plakası adını verdiği mekanik bir gezegen bilgisayarı icat etti.Enstrüman ayrıca bir alhidade ve cetvel içeriyordu.
-ULUĞ BEY (1393 - 1449) Semerkant'ta bir medrese ve bir de rasathane yaptırmıştır. Rasathane için yörede bulunan tüm mühendis, alim ve ustaları Semerkant'a çağırmıştır. Kendisi için de bu rasathanede bir oda yaptırarak tüm duvar ve tavanları gök cisimlerinin manzaralarıyla ve resimleriyle süsletmişti. Rasathanenin yapım ve rasat aletleri için hiçbir harcamadan kaçınmamıştır. Bu gözlemevinde yapılan gözlemler, ancak on iki yılda bitirilebilmiştir. Gözlemevinin yönetimini Bursalı Kadızade Rumi ile Cemşid'e vermiştir. Cemşid, gözlemlere başlandığı sırada ve Kadızade' de gözlemler bitmeden ölmüştür. Gözlemevinin tüm işleri o zaman genç olan Ali Kuşçu'ya kalmıştır. Bu gözlem üzerine Uluğ Bey, ünlü "Zeycini" düzenlemiş ve bitirmiştir. Zeyç Kürkani veya Zeyç Cedit Sultani adı verilen bu eser, birkaç yüzyıl doğuda ve batıda faydalanılacak bir eser olmuştur. Zeyç Kürkani, bazı kimseler tarafından açıklanmış ve Zeyç'in iki makalesi 1650 yılında Londra'da ilk olarak basılmıştır. Avrupa dillerinin birçoğuna, çevrilmiştir. 1839 yılında cetvelleri Fransızca tercümeleriyle birlikte, asıl eser de 1846 yılında aynen basılmıştır. Zeyç Kürkani'nin asıl kopyalarından biri Irak ve İran savaşlarından sonra Türkiye'ye getirilmiş ve hâlen Ayasofya kütüphanesindedir.
-ALİ KUŞÇU (1403 - 1474) Güneş saatleri icat edip İstanbul'un enlem ve boylamını bugünkü değerle bire bir hesapladı. Gezegenler arası uzaklıkları hesaplayıp Ay'ın ilk haritasını çıkardı. Çıkardığı Yıldız haritaları Kristof Kolomb'a Amerika kıtasının keşfinde yardımcı oldu. Kuşçu, Nasır el-Din el-Tusi'nin gezegen modelini geliştirdi ve Merkür için alternatif bir gezegen modeli sundu. Aynı zamanda >>
Semerkand rasathanesinde çalışan Uluğ Bey'in araştırmacı ekibinde yer alan ve burada derlenen Zij-i Sultani'ye katkıda bulunan astronomlardan biriydi. Ali Kuşçu, Zij'e yaptığı katkıların yanı sıra astronomi alanında ikisi Farsça, yedisi Arapça olmak üzere dokuz eser yazmıştır. Kuşçu'nun iki eserinin Latince çevirisi, Tract on Aritmetic ve Tract on Astronomy, 1650'de John Greaves tarafından yayımlandı. Astronominin Felsefeye Varsayılan Bağlılığı Konusunda; Kuşçu'nun en önemli astronomi eseri Astronomi'nin Felsefeye Varsayılan Bağlılığı Üzerine'dir. Aristotelesçiliğin astronomiye müdahalesine karşı çıkan İslam ilahiyatçılarının etkisiyle Kuşçu, Aristotelesçi fiziğini reddetmiş ve doğa felsefesini İslam astronomisinden tamamen ayırarak astronominin tamamen ampirik ve matematiksel bir bilim haline gelmesine izin vermiştir. Bu, onun yerine hareket eden bir Dünya fikrini keşfederken, Aristotelesçi sabit Dünya kavramına alternatifler keşfetmesine olanak tanıdı (her ne kadar Emilie Savage-Smith hiçbir İslam gökbilimcisinin güneş merkezli bir evren önermediğini iddia etse de). Kuyruklu yıldızlar üzerinde yaptığı gözlemler yoluyla Dünya'nın dönüşüne ilişkin ampirik kanıtlar buldu ve spekülatif felsefe yerine ampirik kanıtlara dayanarak, hareket eden Dünya teorisinin, sabit Dünya teorisi kadar doğru olabileceği sonucuna vardı. Selefi el-Tusi daha önce "düşen cisimlerin tekbiçimliliği ve göksel hareketlerin tekbiçimliliği"nin her ikisinin de "tek bir şekilde" hareket ettiğini fark etmişti, ancak yine de "yalnızca doğa filozoflarının sağlayabileceği belirli ilkeleri sağlamak için Aristoteles fiziğine güveniyordu" gökbilimciyi sağlayabilir." Kuşçu bu kavramı daha da ileri götürdü ve "astronomun Aristoteles fiziğine ihtiyacı olmadığını ve aslında kendi fiziksel ilkelerini doğa filozoflarından bağımsız olarak oluşturması gerektiğini" öne sürdü. Kuşçu, Aristoteles'in sabit Dünya kavramını reddetmesinin yanı sıra, gökbilimcilerin düzgün dairesel hareketle hareket eden gök cisimleri hakkındaki Aristotelesçi düşünceyi takip etmelerine gerek olmadığını öne sürdü. Kuşçu'nun çalışması, Aristoteles fiziğinden bağımsız bir astronomik fiziğe doğru atılan önemli bir adımdı. Bu, 16. yüzyıldaki Kopernik Devrimi'nden önce Avrupa astronomisinde eşi benzeri olmayan bir "kavramsal devrim" olarak değerlendiriliyor. Kuşçu'nun Dünya'nın hareketi hakkındaki görüşü, Nicolaus Copernicus'un bu konudaki daha sonraki görüşlerine benziyordu, ancak ilkinin ikincisi üzerinde herhangi bir etkisinin olup olmadığı belirsiz. Ancak Nasireddin el-Tusi'nin daha önceki çalışmalarını temel alarak her ikisinin de benzer sonuçlara ulaşmış olmaları muhtemeldir. Bu, "De Revolutionibus'taki (I.8) bir pasaj ile Ṭūsī'nin Tadhkira'sındaki (II.1) Kopernik'in, Ptolemy'nin Dünya'nın hareketsizliğine ilişkin "kanıtlarına" karşı Ṭūsī'nin itirazını takip ettiği bir pasaj arasındaki dikkate değer tesadüf" göz önüne alındığında daha olası bir durumdur.

Ortaçağ, sanat tarihi içinde çok yaygın bir devreyi (M.S. 4. yüzyıl-14.yüzyıl) kapsar. Ortaçağ sanatında bütün estetik değerler kilise ve soyluların önerdiği dinsel dogmalara yöneliktir. Bin yıl süresince antik Yunan’ın düşünce ve kültür yapısıyla biçimlenen ideal güzellik düşüncesi unutulmuştur. Sanat, dünya gerçeklerine kapalı, öteki dünyaya yönelik bir soyut anlayış içinde biçimlenmiştir.
Kilise ve katedraller, şatolar ve saraylar, heykeller, resimler, vitraylar, minyatürler, Hıristiyan dininin yani, yönetici soylular ve rahipler sınıfının önerilerinin propagandalarını yapar. Bütün bu eserler topluluğu Hıristiyan ikonografisini meydana getirmiştir. Bu öz-içerik  Ortaçağ’ın büyük Roman ve Gotik üsluplarını yaratmıştır. Bu çağ eserlerinin soyuta yönelik biçim, renk ve çizgi estetiğini doğurmuştur. Sanatçılar, yukarıda işaret edildiği gibi önceden saptanmış, sınırları çizilmiş olayları hikaye gibi anlatır. Eserlerdeki dramatik biçim düzenleri, çekici renkler ve biçimler ile anlatılan olayın etkisi güçlendirilmiştir.
Resimlerin arasına zaman zaman olayı açıklayıcı yazı dizileri de serpiştirilmiştir. Bunlar eski Mısır resimlerindeki hiyeroglifler gibi olayı açıklayıcı niteliktedir. Resim, heykel, kabartmalarda mekan, anatomi, perspektif ve estetik değerler aranmaksızın yan yana getirilmiştir. Bu resimlerin ya da minyatürlerin içine çoğu kez azizlerle beraber krallar, ve soylular da katılmıştır. Böylelikle soyluların ve yöneticilerin kutsallıkları da önerilmiştir. Ravenna’da San Vitale Kilisesi mozaikleri içinde Justinianus ve maiyeti ile İstanbul’da Ayasofya’da Konstantin ve Justinianus v.b. gibi mozaiklerde bunu açıkça görebiliriz.
Ortaçağ sanatı, çağın toplum yapısı gereğince, onların dinsel olarak ileri sürdükleri ve halkın kayıtsız-şartsız kabul ettiği dogmaları çizgici (linearist), renkçi (kolorist) bir estetik düzenleme içinde geliştirmiştir.
Perspektif Tarihi:
Antikçağdaki gelişmişlik derecesi ne olursa olsun, perspektif bilgisi on beşinci yüzyıla kadar kaybolmuştur. İnsani deneyimden ziyade, dini tasvirleri konu alan Ortaçağ resminde uzamsal derinliği uyandırmak için çeşitli teknikler geliştirilmişse de biri birleriyle yakın temas halinde olmayan sanatçılar düzensiz, geçici çözümler ürettiler.
Önemli figürlerin büyük, önemsizlerin resimdeki konumuna bakmaksızın küçük çizildiği kanonik Mısır tasvirleri. Sözde 'Dikey Perspektif' (üç kaçış noktası) ya da Gotik'teki gibi mesafe ve hacmin naturlalist tasvirinde 'amprik perspektif'.
-Müzikte: "Boethius'un müzik üzerine incelemesi, yazdıktan sonraki iki yüzyıl boyunca, "karanlık çağlarda" kaybolmuş gibi, erişilemez durumdaydı. Dokuzuncu yüzyıldan başlayarak, el yazması kopyalar giderek artan sayılarda ortaya çıkmaya başladı; Boethius, Latince çevirilerin Aristoteles'in yazılarını doğrudan erişilebilir hale getirmesinden çok önce, müzik teorisinin (ve aritmetiğin) başlıca kaynağı haline geldi. Aristoteles biliminin nispeten bilinmediği bu ara dönemde, antik müzik teorisi öğretilmeye devam etti. Bu anlamda, müzik bilimi, mevcut antik kaynakların yokluğunda, diğer doğa felsefesi dallarının genel olarak kaybettiği bir sürekliliği korudu." (P. Pesic 2014)
Ortaçağ döneminde Batı müziğini ortak uygulama döneminde gelişen normlara dönüştürecek notasyon ve teorik uygulamaların temeli atıldı . Bunlardan en belirgin olanı kapsamlı bir müzik notasyon sisteminin geliştirilmesidir ; ancak özellikle ritim ve polifoni açısından teorik ilerlemeler Batı müziğinin gelişimi için eşit derecede önemlidir.
En eski ortaçağ müziğinin herhangi bir notasyon sistemi yoktu. Melodiler öncelikle monofonikti (eşliksiz tek bir melodi ) ve sözlü gelenekle iletiliyordu. Roma çeşitli ayinleri merkezileştirmeye ve Roma ayinini birincil kilise geleneği olarak kurmaya çalışırken, bu ilahi melodilerini geniş mesafeler boyunca etkili bir şekilde iletme ihtiyacı da aynı derecede belirgindi. Müzik insanlara yalnızca "kulaktan" öğretilebildikçe, kilisenin farklı bölgelerin aynı melodileri söylemesini sağlama yeteneği sınırlıydı, çünkü her yeni kişi zaten bir şarkıyı bilen biriyle zaman geçirmek ve onu "kulaktan" öğrenmek zorunda kalacaktı. Bu sorunu çözmek için atılan ilk adım, neumes adı verilen, perde hareketinin yönünü belirtmek için ilahi metinlerinin üzerine yazılan çeşitli işaretlerin tanıtılmasıyla geldi.
Öte yandan orantı, doku ve mimari etkiye dikkat eden biçimsel yapı kavramlarının geliştiği dönemdi. Notre Dame polifoni okulunun 1150'den 1250'ye kadar süren gelişimi, Gotik mimarideki aynı derecede etkileyici başarılara denk geldi: aslında etkinliğin merkezi Notre Dame katedralinin kendisiydi . Bazen bu dönemin müziğine Paris okulu veya Paris organumu denir ve geleneksel olarak Ars antiqua olarak bilinen şeyin başlangıcını temsil eder. Bu, ritmik notasyonun ilk kez batı müziğinde ortaya çıktığı dönemdi , esas olarak ritmik modlar olarak bilinen bağlam tabanlı bir ritmik notasyon yöntemi. Erken, Yüsek ve Geç olarak üç ayrı dönemde incelenen Orta Çağ müziğinde veba salgının etksini de görebiliyoruz.
(Wikipedia/OrtaÇağ Müziği)

Ortaçağ Avrupasında Kilisenin şemsiyesi altında Aristoteles fiziğinin etkileri görülürken, aynı dönemde İslam dünyasında fizik biliminde
-Yakup ibn İshak el-KINDİ (Alkindus 803-873): Gelgit hareketi, ışığın yansıma ve kırılması.
-İbn el-HEYSEM (965-1040) "Modern optiğin babası" olarak da anılır. Özellikle görsel algı dinamiklerine önemli katkılarda bulunmuştur. Aynı zamanda görüntülenmenin, gözler yerine beyinde meydana geldiğini ispatlarıyla birlikte ilk gösterendi. Antik Yunanistan'da ilk Aristoteles'in öncülük ettiği doğa olaylarını inceleme felsefesinin, ampirik bir yöntem üzerine inşa edilmediğini düşünen İbn-i Heysem, belirlenmiş prosedürlere veya matematiksel ispatlara dayanan deneylerle desteklenmesi gerekildiği fikrini, Rönesans bilim insanlarından çok daha önce ilk savunucusu oldu. Bu da onu, bilimsel yöntemi kullanan ilk insan, yani ilk bilim insanı yaptı.
-Ebu'l Rehyan el-BİRUNİ (el-Beyruni, Aliboron, 973-1048)Terazi geliştirme, pikometre aracılığıyla özgül ağırlık belirlemesi. Birûni eczacılıkta uygulamalı eğitime, kitaplardan çok daha fazla önem vermiştir. Birûni, elle tutarak ve gözlemleyerek veri toplamanın insana, kitap okumaktan çok daha fazla yarar sağladığına inanmış ve bunu uygulamıştır.
gibi bilginler ön planda yer almışlardır."Fiziğin Kültürel Tarihi" - Zeki Tez -2021
Ortadoğuda bilim adına yapılan çalışmalar Arapçadan Latince ye çevrilmiştir.
Avrupa ile Ortadoğu coğrafyasının tanışması aynı zamanda kültürel tanışma demekti. Bu sebepten ötürü Ortaçağ filozoflarından Thomas Aquinas skolastik Avrupalı bilginlerle barıştı ve skolastik düşünceye sahip Avrupalılara Aristo'nun en iyi düşünür olduğunu kabul ettirdi. Bu durumda Aristo fiziği kiliseye göre direkt olarak incile karşı çıkıyordu. Bunun sonucunda Avrupa'daki kiliseler Aristo fiziğinin daha iyi anlaşılması için fon oluşturdular. Aristo fiziği temel alınarak, skolastik fizik maddeleri kendi doğasına göre hareket ediyormuş gibi tanımlandı.
Gök cisimleri yuvarlak bir cisim etrafında hareket ediyormuş gibi tanımladı çünkü yörüngelerinin kendi şekillerine benzediği ve bu özelliğin kendi doğalarında olduğunu düşünüyordu. Eylemsizlik ve Momentum yasalarında olduğu gibi, Impetus teorisi de Ortaçağ filozoflarından John Philoponus ve Jean Buridan tarafından geliştirildi. Ay kürenin altından incelenen yörünge hatalı şekilde görüldü ve yörünge beklenilen şekilde görülemedi. 17. yüzyılın başlangıcında pratiğe dökülmemiş olaylar beklenildiği gibi sonuçlar vermiyordu. Ay'ın hareketini inceleyen fizik bilimi sadece değerlere yaklaşıyordu. Dünyamız taşlardan oluşuyor, dünyadaki cisimler düz bir doğru üzerinde dünyanın merkezine doğru hareketine devam ediyordu tabi bu Aristo'nun jeosentrik bakış açısına göreydi. Eğer hareket öyle değilse bu hareket öngörülemezdi. wikiPedia/Fizik_tarihi
-Robert GROSSETESTE (1168-1253)Optik konusunda çalışmış, ışık konusuna tamamen mistik ve metafizik bir yaklaşım ileriye sürmüştür. Bu düşüncesinde Şeyh el Maktül’ün mistik-metafizik yaklaşımından etkilenerek düşüncelerini mantık ve optik temeline oturtmuştur. Doğayla ilgili kabul edilebilir bilgi elde etmenin, resolutio (çözme) ve compositio (birleştirme) işlemleri şeklinde iki aşamalı bir süreç olduğunu belirtmiştir. Çözmeden sonraki birleştirme aşamasında, yani olguların oluş biçimlerine anlam vermeye yönelik varsayımların kurulmasında, deney yapmak gerektiğini ifade etmesi çok ilginçtir. Bu nedenle, deneysel yöntemin başlamasına aracı olmuş ve deneysel olguların oluşmasında gereken zorunlu koşulların neler olması gerektiğini ortaya koymuştur. Grosseteste, fizik ve matematik arasında bir bağlantı kurarak, öğrencisi
-Roger BACON (1220-1292)’ın benimsediği bu yaklaşımla, fiziksel olguların matematiksel modellerle tasvir edilebileceğini göstermiştir. Işığın hareketi geometrik kurallara uygun biçimde meydana geldiğinden, doğadaki diğer bütün hareketlerin geometrik kurallara göre gerçekleşmesi gerekir. Öyleyse, sonradan Galile’nin söylediği gibi, evren bir matematiksel yapıdır ve matematik yardımıyla tanımlanabilir. Grosseteste, Rönesans sonrası bilimsel yöntem tartışmalarına ışık tutmuştur. (Bilim ve Teknoloji Tarihi)
Sorbonne
Paris Üniversitesi (Sorbonne) mezunu
-John PECHAM (1220-1292)
'ın görme ile ilgili açıklamaları İbn el Heysem’inkilere yakındır. Perspectiva Communis (Cisimlerin Genel Görünümleri) adlı eseri, İbn el Heysem’in Kitab el Menazır adlı eserinin uzun ve karmaşık kopyası şeklindedir.XIII.yüzyıldaki optik alanında çalışmalar yapan diğer önemli bir bilim adamı da
-Witelo (1230-1280) dur. Witelo’ya gore, görme, gözden çıkan ışık ışınları vasıtasıyla gerçekleşmez. Göz ve ışık ışınlarına dayalı teoriyi savunmayan tek bilim adamı Witelo’dur. İbn el Heysem, Helenistik Dönem bilim adamlarından Heron’un ileri sürdüğü Göz-Işık Işını teorisini kabul etmeyerek, Cisim-Işık Işını teorisinin geçerliliğini kanıtlamıştır. John Pecham ve Roger Bacon ışık kaynağı ve görmeyi sağlayan ışınlar konusunda İbn el Heysem’den farklı düşünerek, ışınların gözden çıktığını savunmuşlardır. Bu açıdan, Witelo, ışınların gözden çıkmadığını savunması bakımından, çağdaşlarına gore ileri bir adım atmıştır.
Orta Çağ müslüman tıp adamları, âlimleri ve düşünürleri 8 ile 13. yüzyıllar arasında, "İslam'ın Altın Çağı" ya da "İslam tarım devrimi" diye bilinen dönemde biyoloji bilgisine çok önemli katkılarda bulunmuşlardır. Örneğin zooloji alanında Doğu Afrika kökenli Arap âlim 
-EL-CAHIZ (781–869) yaşam için mücadele gibi evrim ile ilgili fikirleri ilk defa ortaya koymuştur. Aynı zamanda besin zinciri fikrini de ortaya atmıştır ve çevresel determinizmin ilk takipçilerindendir.Kitab-El Hayavan (13. yüzyılın başlarındaki Michael Scot tarafından Latince tercümesi De Animalibus) adlı eseri, Batı Avrupa'ya yayılma aracı olarak anılmaya değer. Roger Bacon tarafından Scot'un "daha doğrusu Yahudi Andreas'a ait olan çevirilerin itibarını kendisine tahsis ettiği" iddia edildi. Bu, onun Arapça el yazması konusunda yardım aldığı ya da tamamen ya da kısmen Yahudi-Arapça ya da İbranice versiyondan çalıştığı anlamına gelebilir. Scot'un De Animalibus'unun kısmi baskısı mevcuttur. Kürt biyolog 
-El-DİNAVERİ (828–896) Arap botaniğinin kurucusu sayılır. Yazdığı Kitab-el Nebat en azından 637 türü tanımlar, filizlenmeden ölüme kadar bitki gelişmesini, bu gelişmenin etaplarını ve çiçekler ile meyvelerin oluşumunu anlatır. 
-El-BİRUNİ (973-1048) yapay seleksiyonu tanımlamış ve doğanın da benzer şekilde işlediğini söylemiştir; bu fikir doğal seleksiyon ile kıyaslanır.
Deneysel tıp alanında 
-İbn-i SİNA (980–1037) El-Kanun fi't-Tıb(Canon Medicinnae) adlı eserinde klinik denemeler ve klinik farmakoloji kavramlarını ileri sürdü. Eserin içeriği İbn-i Sina'nın kendi hekimlik deneyimlerine, Orta Çağ İslam tıbbına, antik Yunan hekim Galen'in yazılarına, antik Hint tıp geleneğinin hekimlerinden Suşruta ve Çaraka'ya, ve antik Arap ve Pers tıp geleneklerine dayanmaktadır. Diğer birçok şeyin yanı sıra kitap özellikle, sistematik deney ve ölçümün fizyoloji çalışmalarında kullanımını başlatışı, enfeksiyöz hastalıkların bulaşıcı doğasının keşfi, bulaşıcı hastalıkların yayılımını kontrol altında tutmak için karantina uygulamasını ortaya atması, ve kanıt bazlı tıbbı, deneysel tıbbı, klinik deneyleri,randomize kontrollü çalışmaları, efikasite testlerini, klinik farmakolojiyi, nöropsikiyatriyi, fizyolojik psikolojiyi, risk faktörü analizini, ve belirli hastalıkların diyagnozunda (tanısında) sendrom fikrini ortaya atması ve başlatması açısından önemlidir. Bu eser 17. yüzyıla kadar Avrupa tıp eğitiminde çok önemli bir metin olarak kullanılmıştır. Endülüslü-Arap tıp adamı 
-İbn-i ZÜHR (1091–1161) deneysel diseksiyon ve otopsinin ilk takipçilerindendir. Yaptığı otopsilerle bir deri hastalığı olan uyuzun nedeninin bir parazit olduğunu kanıtlayarak mizaç teorisini sarsmıştır. Aynı zamanda insanlar üzerinde kullanmadan önce hayvanlar üzerinde test yapılmayı öngören deneysel cerrahiyi başlattı. Mısır'da 1200 yılında bir kıtlık sırasında
-Abdullâtif el-BAĞDADİ (1162-1231)
birçok iskeleti inceleyerek Galen'in alt çene ve leğen kemiklerinin oluşumuna dair görüşlerinin yanlış olduğunu buldu.wikiPedia/Biyoloji_tarihi
-M.S.400 BAMİYAN'da Greco(Yunan)-Buddhist Buddha heykelleri, KUSHAN'da, Yungang Mağaraları, Mogao Mağaraları ve Ajanta Mağaraları'nda Budizm kurulur ve yaygınlaşır. Hindistan, Çin ve Orta Asya'da mağaralarda ve çevresinde resim ve heykellerle ahşap mimarisini taklit eden taş oymalar başlar. (A Global History of Architecture)
'İnsan ve doğa arasındaki bu karmaşık ve belirsiz ilişki Hint mimarisinin merkezinde yer alır. Avrupalılar -eski Yunanlılardan başlayarak- mimariyi alışkanlıkla insan yapımı, doğayı tamamlayan ve ondan oldukça ayrı bir nesne olarak algılamışlardır. Dolayısıyla Atina'daki Akropolis'teki Parthenon, kutsal dağa yerleştirilen en önemli nesnedir. Bina ve doğa uyumlu bir diyalog içinde konuşur, ancak birbirlerini taklit etmezler. Batı mimarisinin çoğu bu yüzyıla kadar bu paradigmayı takip etti. Hindu mimarisi hiçbir zaman bu aşırı tutumu benimsemez; ne de tersini alır. Bunun yerine, Ajanta'nın belirsizliğiyle karşı karşıyayız - dağdan oyulmuş, her biri sürekli olarak kendi yerinde dönen, hayret verici mağaralar dizisi. Peki Ellora'da Kailash dağı yok mu ediyor yoksa koruyor mu? Doğanın bir parçası mı, yoksa insana mı ait? Vedaların temelini oluşturan felsefi çoğulculuk, basit tercihlerin ikiliklerini küçümseyerek bir kez daha kendini ortaya koyuyor.' (Charles Correa)
-ROMA'NIN HIRİSTİYANLAŞTIRILMASI Roma'daki şehirlerin çoğu mezar, şehrin dışarısında ya da duvarların dışındaki mezarlıklarla dolu olduğundan, Roma'nın Hristiyanlaştırılması batı kentleşme tarihinde daha önce hiç duyulmamış ve tamamen yeni bir coğrafi profil yarattı. Şehre ve kent imajına artık bir forum, agora veya saray hâkim değildi, bunun yerine şehrin ve çevresinin en uzak köşelerine kümeler halinde dağılmış düzinelerce manastır, vaftizhane ve kilise inşa edildi. Beton kullanımı >>
o zamana kadar unutulmuştu ve bu nedenle tonozlama imkansızdı. İmparator tarafından yaptırılan bir bina için bile duvarcılık sanatının kendisi solmuştu, sütunların Roma binalarından alınması gerekiyordu. Bina, Helenistik geleneğe göre Tanrıların karanlık ve samimi bir evi olmadığı gibi, Budist anlamda kişisel bir yansıma yeri de değildi. Daha ziyade, büyük ölçekli ortak törenlerin emperyal zafer mesajıyla örtüştüğü bir alandı. Vaftiz, kilise cemaatine girişi simgelediği için vaftizhanelere özel mimari önem verilmiştir. (A Global History of Architecture)

-M.S. 600 Justinianus Atina'daki Akademiyi kapattı. Bilim adamlarının çoğu, yanlarında Grek öğretisinin meyvelerini alarak İran'da mülteci olmak zorunda kaldı. Justinianus İtalya ve Afrika'yı kurtarmayı başardı, fetihlerinin ardından köprüler, tahkimatlar, su kemerleri, kiliseler, pazarlar ve yeni şehirler ortaya çıktı. Justinianus mimarisinin mükemmel bir örneği Konstantinopolis'te görülebilir; Ayasofya Kilisesi, >>
MS 4. yüzyılın başlarında şehit olan ve Bizans ordularının resmi hamisi olan Roma ordusundan iki asker Sergious ve Baccus'a adanmıştır. Konstantinopolis'teki Ayasofya, açıldığı tarihten itibaren batı dünyasının en büyük yapılarından biri olarak kabul edildi. Konstantin tarafından MS 360 yılında inşa edilen, ancak sivil hayatta zarar gören ön tasarımı hakkında kesin olarak çok az şey biliniyor. Yeni kilise için Justinian, bugün hala büyük ölçüde sağlam olan cüretkar ve yüce kubbeli bir yapı üreten Aydın'lı (Tralles) Anthemiu'u ve Milet'li Isodor'u çağırdı. Mermer ve altınla kaplanmış ihtişamı, onu Hristiyan dünyasında en çok konuşulan binalardan biri yaptı.


Bu dönemde Budizm'in marjinalleşmesiyle Güney Asya'daki Hindu mimarisi deneysel bir aşamaya girdi ve kayaya oyulmuş tapınaklar, öne çıkmak için, yeni yapısal taş ve tuğla tapınaklarla yarıştı. Elephanta, en eski Budist, kayalara oyulmuş yapılarından uyarlanmış bir Hindu tapınağıdır, Deogarh ise monolitik gibi görünen, taşlarla inşa edilmiş yeni bir tapınak inşaası buluşudur.
-JAPONYA'da Buddha'nın öğretisinin bir okul ve düşünce, inanç, yaşam biçimi olan Buddizm adı altında etkili olmaya başlamasıyla ilkel çağlardan süregelen, özellikle insanı doğaya üstün olmayan ancak doğanın bir parçası olarak gören ve doğal varlıkların da insan gibi maddi olanın ötesinde manevi özelliklere sahip olduklarını düşünen ve bu felsefe ile yaşanan farklı gelenekler Şintoizm adı altında toplanır. Şintoizm adına diğer inanç sistemlerindeki gibi tapınaklar inşa edilmeye başlanır ve konunun günümüz için en dikkat çekici yanı: bu dönemde inşa edilen tapınak binalarının her yirmi yılda bir özel ormanlardan kesilen özel bir kereste ile aslına uygun olarak yenilenerek yaşatılmasıdır. En güzel örneği 2013'te MÖ 600 deki haliyle yeniden inşa edilen ISE JINGU tapınağıdır. (A Global History of Architecture)
Ise Jingu
-İSLAM'IN YÜKSELİŞİ İslam'ın yükselişiyle birlikte Müslümanlar dünyanın her yerinde kıble cepheli camiler inşa ettiler. Araplar başlangıçta cahil olmalarına rağmen, fetihleri ​​onları, Romalıların Yunan ve Asya kültürlerinde yaptığı gibi, pek çok özelliğini özümsemeye başladıkları çok sayıda medeniyetle temas ettirdi. O zamanlar matematik alanında lider olan Hintlilerden, numaralandırma sistemlerini aldılar; Persler, inşaatta beceri, Bizanslılardan, tonozlama becerisi, Ermenilerden, duvarcılık becerisi. Daha sonra Halife El-Memun, Yunanistan, Bizans ve Hindistan'dan çevrilmiş kitapların yanı sıra Arap bilim adamlarının artan koleksiyonunu barındıracak bir kütüphane inşa edilmesini emretti. Bilgelik Evi (M.S. 1004) olarak bilinen bu kütüphane, Büyük İskenderiye Kütüphanesi'nden bu yana en seçkin tek bilgi deposu haline geldi. Kısa bir süre sonra Arap bilim adamları tıp ve kimyadan, optik ve felsefeye kadar her konuda çığır açmaya başladılar.
-NALANDA Hem seküler hem de dini çalışmalar için ünlü Budist üniversitelerinden biri Hindistan'daki Nalanda idi. 5. yüzyıldan başlayarak 14 hektara varan kampüs tuğladan yapılmış olup Sri Lanka, Burma, Tayland ve Kamboçya'da takip edilen merkez okul olmuştur. Budist öğretinin yanı sıra mantık, dilbilgisi, hukuk, tıp da öğretildi. Bir kürenin hacmi, bir üçgenin alanı, kare ve küp kökleri, astronomide tutulmalar, dünyanın çevresi ve hatta "sıfır" sayısı hakkında yapılan hesaplamalar Kopernik tarafından takip edildi.
-Orta Amerika'da, ekinoksları işaret eden, astronomik olarak yerleşimlere sahip Tikal'de bulunan tapınaklar. Hatta 365 basamaklı merdivenler ve güney-kuzeye göre yönlenmeler. Maya dinlerinin pratiği, Palenque, Chiapas, Meksika gibi tapınak odaklı ve tapınaklardan yönetilen şehirler inşa eder. Çeşitli duvar tapınakları, saraylar, top sahaları, plazalar, mezarlar, oymalı dikilitaşlar ve sunaklardan oluşan devasa bir platform, aglomeratif bir kompleks olan Copan, Honduras M.S. 695 ile 850 yılları arasında, altı yüz yıllık bir dönemde inşa edilmiştir.
-M.S.1000 Afrika ve Avrasya'da M.S. 800 ile 1200 arasındaki fark çok büyüktü ve bir ekonomik zenginlik grubu doğuda Japonya'dan batıda İspanya'ya ve kuzeyde İsveç'ten güneyde Gana ve Etiyopya'ya yayılmıştı. Çin, Hindistan ve Konstantinopolis gibi eski zenginlik dünyaları artık Japon, Khmer ve İslam halifeliklerinin yeni zenginlik dünyalarıyla bağlantılıydı. Buna, Ghana, Orta Avrupa ve Vikingler ile ilişkili olanlar gibi gelişmekte olan dünyalar da eklendi. Hawaii'nin ücra adalarına bile okyanuslar arası dolaşan insanlar tarafından yerleşilmişti. Bu geniş şehircilik alanı, yüzyıllar boyunca, şehir ve köy kültürlerini, varlıklıları ve yoksulları birbirinden ayıracaktı; bu bölünme, yalnızca modern çağda belirgin bir şekilde dönüşecek. (mekan-kimlik bağlamında ele alındığında, tarihsel süreçte sosyal sınıf veya statünün, cinsiyet, yaş gibi sosyal tariflerden biri haline gelmesi.-Akıntıya Rağmen Mimarlık-1.3 Sosyolojide Mekan ve Kimlik İlişkisi)
-Seçuklular Hindu Kuş'tan Doğu Anadolu'ya ve Orta Asya'dan Basra Körfezi'ne birleştirerek Hint Dünyası'nın ekonomisini, İslam Dünyası'nın ekonomisine bağladı. Bunu yaparken, bozkır boyunca kuzey yollarına güvenlik sağladılar. Büyük ekonomik devamlılıkları oluşturulduktan sonra, sömürgecilik çağı bunu sonlandırana kadar Afrika'nın ve Avrasya'nın birincil ekonomik bölgesi olarak kalacaktı.

Tüm zamanların en büyük antrepo kentlerinden biri olarak yükselen, neredeyse bu genişleyen evrenin coğrafi merkezinde bulunan İsfahan ile Selçuklular bir bakıma doğru zamanda doğru insanlardı. Mukarnas adı verilen karmaşık bir geometrik fasetleme ile tuğladan, sütunlu, tonozlu ve duvarlı camiler inşa ediyorlardı. 11. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar yüzlerce kervansaray inşa ettiler ve eskileri yenileyerek ticaret akışını önemli ölçüde iyileştirdiler.
Bu arada Konstantinopolis, yaklaşık yarım milyonluk nüfusu ile Avrupa'nın en büyük şehri haline gelmişti. İslam orduları Bizans'ın doğu sınırını ve Akdeniz'in çoğunu kontrol ediyordu. Bizanslıların artan izolasyonuna ek olarak, 1504'te doğu ve batı kiliseleri, Roma ve Konstantinopolis olarak ayrıldı. Zamanın birkaç büyük mimarlık komisyonundan biri Christ Pantokrator kilisesiydi. ("Her Şeyin Hükümdarı" bugün artık "Zeyrek Camii") Kütüphanesiyle, altmış yataklı bir hastanesiyle, sekseni aşkın keşişe ev sahipliği yapıyordu.
Daha güneyde, İslam dünyasında seçkin sanatlarıyla tanınan Fatimidiler, El-Ezher camisini (M.S. 972) ve ona bağlı olan Ortadoğu'daki belki de ilk ve en eski üniversiteyi inşa ediyor.
Roma İmparatorluğu'nun çöküşünden bu yana Avrupa ilk kez küresel ufuklara bağlanıyordu. Kendilerini Konstantin ve Justinian'ın imparatorluk soyunun devamı olarak tanımlayan Almanya'daki Ottonianlar, Konstantinopolis'ten zanaatkârlar getirdiler, mimaride Romanesk adı verilen yeni bir anlayış ile inşa ettiler; Speyer Cathedrali. İtalya'da Pisa kulesi, Venedik'teki San Marco Bazilikası diğer örnekler olarak sayılabilir. İngiltere'deki Normanlar, mimariye kısmen önemli katkılarda bulundular. İspanya ve İtalya'da Arap mimarlar ve Bizans zanaatkârlarıyla karşılaştılaşan Normanlar, miamrilerini değiştiren Arap zanaatkarları Londra'ya getirdiler. Ve sonuç, daha sonra, Gotik tarzın ortaya çıkmasına katkıda bulunacak bir duyarlılık devrimi oldu.
Yucatan Yarımadası'nda Maya medeniyeti zirvesindeydi. Oaxaca vadisinde, Japotec'ler yeni şehirler inşa etmeye devam ettiler, siyasi merkezlerini Monte Alban'dan Mitla'ya taşıdılar ve güçlendirilmiş şehri, büyük bir dini ve ekonomik merkez haline getirdiler.
-M.S. 1200 13. yüzyılda Japonya, Çin ve Hindistan'dan gelen devasa deniz gemilerilerle ticarette patlama. Demir üretim fırınlarında odun kömürünün kullanımı. İpek, porselen, demir, inci ve mücevherlerle uluslararası lüks pazarlar. Çin, içinde yapay göller bile bulunan muhteşem villa bahçeleri inşa ediyor. Çin'de kullanılan kağıt para. Ancak gittikçe daha fazla pirinç yetiştirmek, tarla açmak için ormansızlaşma nedeniyle yıkıcı sellerle sonuçlanacak. Tapınak mimarisinde insan ve doğaldan ilahi ölçeğe değişiklikler.
Hindu tapınaklarından sütunlarla bile camiler inşa eden Gaznelilerle kuzey Hindistan, İslam ile bütünleşmeye başlar.
Nijer'de altının bulunmasıyla Afrika, küresel ticaretle bütünleşir. Altın madeni paranın ilk kullanımı, birkaç yüzyıl boyunca Avrupa'da büyük ölçekli işlemlere hakim olan bir madeni para olan florin. Etiyopya, Lalibea'da kayaya oyulmuş mimari kiliselerin büyük örneklerinden bazıları. İspanya'daki Müslüman hükümdarlar tarafından inşa edilen en güzel saraylardan biri olan Alhambra (El-Hamra). (MS 1333)
Avrupa'da, güney Fransa'da köprüler ve bankalar, "Province Denier", Avrupa'da yaygın olarak kabul gören birkaç para biriminden biri. Kuzey Avrupa kıyılarında ticarete hâkim olan tüccar loncalarının ve pazar kasabalarının doğuşu. Yüksek oranlar, dış payandalar, ince taş tonozlar ve dekoratif işler içeren 13. yüzyıl Gotik tarzı binalar. Hristiyanlık ilk kez kadınlara açılıyor; Mesih ve Meryem imgesindeki değişiklikler, artan sayıda kadının kutsanması. Cennet Kraliçesi olarak Meryem Ana'ya adanmış şehirler, katedral ve kiliseler.
Sisteriyenler, kasıtlı olarak basit olan bir mimari için havadar Gotik dikmeleri, vitrayları ve heykel detaylarını reddettiler. Tarihte ilk kez, mimarlık karşıtı bir mimari görüyoruz, hayatta kalan en iyi örnek Fountenay'daki Abbey (1118). Fontenay Manastırı, daha basit zamanları geliştirmesi ve mimari savurganlığa karşı bir suçlama işlevi görmesi için tasarlanmıştı.
Ortaçağ'da bir Mimar tarafından yazılmış Villard de Honnecourt'un not defteri dışında bir kitap yoktu. Onun da kitap olmaktan çok kişisel bir portfolyo olarak nitelenmesi mümkün.
Uğur Tanyeli-Mimarlık Düşünmek

İtalya'da, bu dönemde, Alman İmparatorluğu'na karşı, aristokratlar ve şehirli tüccarların karışımından oluşan yeni bir toplum yaratan bir siyasi birlik doğdu. Antik Roma günlerinden beri ilk kez şehirler, büyük duvarları olan Plaza adı verilen yeni kamusal alanlar inşa etti. Ayrıca Avrupa'nın en eski üniversitelerinden biri kuruldu. (MS 1289) İtalyanlar yavaş yavaş feodal sistemden çıkarken, Japonya'da feodalizm daha yeni başlıyordu: Shogunate; Çin'den ithal edilen, ilk kez kadınların da dahil edildiği "Pure Land" öğretisinin tapınaklarını inşa etti. Budizm'de şefkat ve annelikle ilgili bir dişil tanrının ortaya çıkışı, Meryem Ana kültünün Avrupa'da ortaya çıkışıyla da birçok paralellik taşır.
-M.S.1280 yılında Moğollar, Orta Asya ve Çin'de Selçukluları yenerek tarihin en büyük imparatorluğunu kurdular. Bejing'de dahil olmak üzere Çinli Mimar Liu Bingzhong ile yeni şehirler inşa ettiler.
Song İmparatoru Huizong (1100-1125) sanatın coşkulu bir koruyucusuydu. 1123'te yayınlanan Xuanhe Huapu adlı resimlerinden oluşan bir katalog altı binden fazla eser listeliyor. Antik tarih ve kültüre artan bir ilgi gören bu saltanatta Sanat Akademileri kuruldu; antika koleksiyonculuğu da popüler oldu. Huizong ayrıca ayrıntılı bir mimari ve inşaat kılavuzu olan Yeni Yingzhao Fashi'yi (1103) sipariş etii. Kitap, "Yeni Yingzhao Fashi" olarak adlandırıldı çünkü Tang'a dayanan bir öncekinin modası geçmişti. Bununla birlikte, el kitabı, estetik veya felsefi bir belge olarak değil, daha ziyade imparatorluk yöneticilerinin inşaat endüstrisini düzenlemesine ve hüküm sürmesine yardımcı olmak niyetindeydi. Kitap, mimaride yüksek ahşap talebi nedeniyle ormansızlaşma tehlikesini çözmeyi de amaçlıyordu.
HİNDİSTAN Selçuklu zanaatkârlarından türetilen hünerleri sergileyen Alai Darwaza, Güney Asya'da Moğollar tarafından mükemmelleştirilen belirgin bir Güney Asya İslami mimari yapı tarzını işaret eden ilk anıtlar arasındaydı.
1260'tan 1517'ye kadar Mısır'ı yöneten Memlükler Arap değildi. Bunun yerine aslen Türk, Kürt ve Moğol kölelerdi ve Ayurubiler ordusunda savaşçı olarak yetiştirilmişlerdi, Suriye'den Kürt Türklerdi. 13. ve 14. yüzyıllarda Kahire'de Sultan Sarayı'na yakın bir cadde boyunca en az beş büyük medrese inşa ettiler. Omuz omuza oturan yapılar, çağın en önemli sokak ortamlarından birini oluşturmaktadır. Medreselerin Mekke'ye bakması gerektiğinden, tüm yapılar sokağa yaklaşık 10 derecelik açı ile bitişiktir. Mimarlar, programı karmaşık ve daracık kentsel sit alanına entegre etmede büyük bir uyum gösterdiler; Türbelerle birlikte cerrahi ve oftalmoloji (göz hastalıkları) eğitimi veren bir hastaneyi içeriyorlardı.
1115'te Sistersiyenler, manastırları işçi ve zanaatkârların bir tür dua olarak el emeği ile çalıştırdıkları çiftlikler olarak inşa ettiler. Kısa sürede çiftçilik ve hayvan yetiştiriciliğindeki yenilikleriyle tanınır hale geldiler. Üzüm bağları efsaneleşti. Kendi özel estetiğine sahip Sistersien manastırları, ışık bakımından loş, basit tonozluydu. Süslemesiz ve heykelsiz temiz yüzeyleri, olağanüstü akustik nitelikleri vardı. Metal üretimi ile, manastır olduğu kadar endüstriyel komplekslerdi.
Roma kiliselerinde yuvarlak sütunlar varken, Speyer'den itibaren Gotik kiliselerde, üzerine daha ince sütunlu bir çekirdekten oluşan sütunlar görünmeye başladı. Nefe bakan kolonetler yukarı doğru devam ederek tonoza kadar uzanırlar, iç taraftaki kolonetler ise yan koridorlardaki tonozların nervürlerinin bir parçası olurlar. Sonuç olarak, Gotik destekler ne sütun ne de payandalardı; daha ziyade, sadece dikey boyutta değil, aynı zamanda planda 45 derece döndürülmüş kareler olarak görüleceği gibi, bina boyunca köşegenler oluşturan sütun demetleriydi. Romanesk'ten erken Gotik'e geçiş, bir dereceye kadar nef yüksekliğinin sistematikleştirilmesi ve nefin yivli tonozla bütünleştirilmesiydi. 1300'e gelindiğinde, mimarlar gittikçe artan bir şekilde, yapıya özgü dekoratif nitelikleri keşfetmeye başladılar ve tarihçilerin çeşitli şekillerde Dekorlu, Dikey veya Gösterişli Gotik olarak adlandırdıkları stiller yarattılar. Bilim adamları uzun zamandır bu yeni stilistik yönün ortaya çıkmasının doğu ile artan temasla sonuçlanıp sonuçlanmadığını merak ediyorlar
İtalya'da, 1080'lerde Pisa, 1123'te Bolonya ve 1138'de Floransa'dan başlayarak, yeni doğan şehir hükümetleri, sonraki iki yüzyıl boyunca İtalyan siyasetinin alamet-i farikası olacak bir kent bilincinin temelini attılar. Yeni yönetişim kavramının merkezinde, insanların bir araya gelebileceği halka açık bir meydanın (kompo) önünde bir belediye binası vardı. Yüzyıllar sonra ilk kez -belki de Romalılardan beri- binalar bir kamusal alan ile bir bütün olarak tasarlandı ve inşa edildi. Üst katta büyük bir toplantı salonu, meydana bakan büyük pencereler ve duyuruların okunabileceği bir balkon. Zemin kat genellikle açıktı veya gümüşçülerin, altın tüccarlarının veya diğer yüksek vasıflı zanaatkarların ve tüccarların şehrin doğrudan koruması ve gözetimi altında çalışabileceği bir sundurma vardı.
13. yüzyılın başında, Roma Kilisesi onun teolojik yorumunun ve hiyerarşik yapısının bir dizi sözde sapkınlık tarafından tehdit edildiğini gördü; bunların birçoğu, ilahi olana erişimi tutan İncillerin bir yorumunun etrafında dönüyordu. Kilise'nin karmaşık ayinle ilgili talepleri yerine Mesih'in eylemleri. Fransiskenler mimarlık ve inşaatta uzman oldular. Başka bir dilenci tarikat olan Dominikanlar, doktorlar, avukatlar, öğretmenler ve birçok tanınmış filozof olarak biliniyordu. Ayrıca 13. yüzyılda skolastizmin gelişmesiyle yakından ilişkiliydi ve Avrupa'nın büyük üniversitelerinde öne çıktılar. Bir anlamda 13. yüzyıl Avrupa'nın ikinci Hıristiyanlaşması olarak görülebilir. Mendicants fakirlik yemini ettikleri ve dolayısıyla paraları olmadığı için, kiliseleri genellikle onlar için vatandaşlar tarafından inşa edildi. Başlangıçta çoğu basit yapılardı veya dönüştürülmüş ahırlardı. 1250'ye gelindiğinde, Fransa, Almanya ve İtalya'daki hemen hemen her şehirde Fransisken toplulukları vardı. Mendicant kiliseleri tanım gereği basit ve sadeydi. Katedrallerin büyük coşkulu biçimleri reddedildi. Örneğin Touluse'deki Dominik kilisesi (1275-92), uçan payandalara sahip değildi ve tamamen tuğladan inşa edildi. Aziz Corce Fransisken kilisesinde (1294'te başladı), mimar Arnolfo di Cambio, tonoz atlamayı reddetti ve hoş bir Gotik deneyimle geniş konstantin boşluğunu yeniden yarattı. Birçok İtalyan kasabasında, bu güne kadar yaşayan Mendicant kiliseleri büyük düz tuğlalı binalardır.
Kutsal bir tapınak olan Mezoamerica'daki Castillo, aynı zamanda bir güneş takvimi olarak da işlev görüyordu. Güneş yılının her günü toplam 365 adım için üç tarafta 91 ve kuzeyde 92 basamaklı merdivenler. Gündönümleri ve ekinokslardaki güneş olaylarının gözlemlenmesini sağlamak için neredeyse tam olarak ana yönlere hizalanmıştır. Top sahaları ve gözlemevi de önemlidir.
-M.S.1400 yılı, Rus bozkırlarından Avrupa'ya büyük göçmen fetihlerinin aşağı yukarı sonunu işaret ediyor. Galyalılar, Hunlar, Türkler, Moğollar ve bozkırlardan gelen diğer kabilelerin katkılarıyla, kısa ve uzun mesafeli ticaret kara yollarını, özellikle İpek Yolu boyunca temizlediler ve birbirlerine bağladılar. Kısa bir zaman dilimi, yenilenen medeniyetlerin ve estetik değişikliklerin başlangıcına işaret ediyordu.Kolomb'un Amerika ile beklenmedik karşılaşmasıyla başlayarak, ünlü Avrupalı okyanus gezisi keşiflerinin ve göçmen fetihlerinin de bu yüzyılda başlaması belki de tarihin büyük bir ironisidir.
Kuzey İtalya şehir devletleri ve üniversiteleri, İslam dünyasınınkilerle uyumlu olarak, dünyanın yuvarlak olduğunu ve dolayısıyla Batı'dan Hindistan'a deniz yoluyla gidişin neredeyse kesin olduğunu biliyorlardı. Geriye kalan tek şüphe uzaklığıydı. Geometri, 15. yüzyıldan kalma hiçbir Avrupa gemisinin bu yolculuğa çıkacak kadar dayanıklı olmadığını öne sürdü.
-VENEDİK CUMHURİYETİ Kara Veba'nın (1350-1425) İtalya'daki kırsal ve kentsel nüfusun yüzde 35-65'ini yoketmesinden sonra Venedik, İpek Yolu'na giden limanı olarak Avrupa'nın en zengin şehir devleti oldu. 1423'e gelindiğinde, Venedik'in devlet bütçesi Fransa ve İngiltere'nin bütçesine eşitti. Bir talasokrasi olan şehir, oldukça özgün bir mimari inşa ediyor. Lagünün kum ve çamurunun derinliklerine gömülmüş meşe yığınlarının üzerine inşa edilmiş, Ca D'Oro gibi sahiplerinin, Venedik'in önde gelen kumaş ve baharat tüccarlarının statüsünü gösteren saraylar, adeta yerinde dokunmuş bir perde gibi farklı mimari unsurların bulunduğu cephelere sahipti.

(A Global History of Architecture)