Her sarı nokta 1 milyon kişiyi temsil etmektedir. |
-Uygarlık, içinden bir parçası koparılıp alınamayacak bir süreklilik olarak incelendiğinde ise; dünyanın çeşitli bölgelerinde ve kültürlerinde karşılaştığımız 'uyanış' (rönesans) veya 'yeniden doğuş' dönemlerinin, kendinden önceki, farklı bölge ve kültürlerdeki gelişmelerden 'tercüme' yolu ile, önce bir öğrenme süreci, daha sonra bu edinilen bilgilere bir katkı süreci halinde seyrettiğini söylemek mümkün olabilir. Bu bağlamda 'Yunan Uyanışı' olarak adlandırabileceğimiz bu dönemin kaynakları Hititler vasıtasıyla Anadolu'ya gelen Sümer bilimine, Akdeniz'de yaptıkları ticaret ile ün salmış Fenike'lilere ve özellikle daha sonra Yunan'da ve Roma'da kullanılmaya başlanan Fenike alfabesine ve Mısır'a dayandırılmakta olduğundan söz edebiliriz. (Hilmi Ziya Ülken )
-İskender’in fethettiği coğrafyalarda yeni kentler kurması Helenistik kültürün ortaya çıkmasına zemin hazırladı. İdeal değerler yerini kişisel farklılıklara bırakır. Bu nedenle tapınak olgusu, saray olgusunun yanında önemini yitirir. Bu kültür Balkanlardan Hindistan’a kadar, geniş bir alanda uzun süre yaşadı. Krallığın sınırları içinde; bugünkü Yunanistan, >>
Türkiye, Libya, Suriye, Ürdün, Mısır, İsrail, Irak, İran, Kuveyt, Pakistan, Afganistan, Hindistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Tacikistan’ın bir kısmı bulunuyordu. İmparatorluk coğrafyasının genişlemesiyle beraber, farklı kültürlere ait tanrı ve tanrıçaların Grek kültürüne adaptasyonuyla bu inanışlar ve efsaneler yeni şekiller kazanmıştır. Ticaretin gelişmesi ile etkileşimler artmıştır. Yine bu dönemde, dinin yanında imparatorluk düşüncesinin de öne çıktığını görmekteyiz. Bu da siyasi otoritenin belirlediği dünyevi hayatın, inanışların çerçevesinde gelişen soyut bir dünya karşısında değer kazandığını anlamına gelmektedir. Tanrılara olan saygı azalmış ve saray kültürü ön plana çıkmıştır.
Bu çağda çok sayıda yeni yerleşimler (polisler) ortaya çıkmıştır. Anadolu’da Bergama, Antakya, Mısır’da İskenderiye gibi kentler kurulmuştur. Bu şekilde Yunan kent kültürü yayılma olanağı bulmuştur. Bu önemli merkezlerin kozmopolit özellikleri, Doğu ve Helen kültürlerinin kaynaşmasına hizmet etmiştir.
Bu dönemde felsefede çeşitli görüşleri savunan ekoller oluşmuştur. Epikuros ve Stoacı Zenon, Helenistik dönemin önemli filozoflardandır. Şüpheci ya da bireysel görüşler önem kazanmaya başlamıştır. Toplum için örnek olan klasik değerler önemini yitirmiştir. Bu yöneliş yeni bir toplum ve yeni bir sanatı ortaya çıkarmıştır. Bu bireysellik inançları ve sanatı da etkilemiştir. Tanrı ve kral karşısında insanın değerli olması, sanat eserlerine de yansımıştır. Bunların hepsi imparatorluğun her köşesinde kendini hissettiren bireyci felsefenin ürünüdür. İdeal değerler yerini kişisel farklılıklara bırakır. Bu nedenle tapınak olgusu, saray olgusunun yanında önemini yitirir. (A.ÖZTÜRK 2016)
-Yunan dönemindeki kaosa ve İskender'in halefleri arasındaki savaşlara Roma devleti tarafından tamamen son verilmişti. Bu yeni dünya, pek çok yönden oldukça noksandı; fakat bir kere bir çok asırlar boyunca az da olsa milletler arası bir düzen, kanunlar ve barış mevcuttu. Entellektüel açıdan Roma imparatorluğuna ilişkin en önemli şey, iki dilli olmasıydı.Yunanca bilim ve felsefe, Latince ise hukuk, yönetimi ve ticaret diliydi. Batı'da, >>
eğitimli her insanın iki dili, yani Latince'yi olduğu kadar Yunanca'yı da bildiği farz edilmekteydi. İsa'dan sonra ikinci yüzyılda Latin edebiyatının altın çağı tamamen bitmişti, ama Batı'nın en yüksek kültürü Latin kültürü degil, Yunan kültürüydü. Yunanca bilim ve felsefe, Latince ise hukuk, yönetimi ve ticaret diliydi. ( George Sarton)
-Bu dönemde B. İskender'in ölümünden sonra Mısır yönetimine geçen Ptolemaios tarafından kurulan, özünde 'üniversite' tabir edilebilecek bir bilim merkezi sitesi olan İskenderiye Kütüphanesi bilinen bütün kitapların toplandığı merkezi bir kütüphane olarak dikkat çekiyor. Her ne kadar o dönemde >>
birçok kütüphane tesis edilmişse de; İskenderiye Kütüphanesi ile birlikte Bergama ve Efesus (Celcius) kütüphaneleri bir üçlü olarak anılırlar. (İskenderiye Mouseion'unda, Rönesans'tan bu yana gelişen anlamdaki modern müzelerden farklı olarak, Ptolemaiosların rakibi Attalus'un Bergama Kütüphanesi'nde topladığı gibi sanat eseri olarak sunulan bir heykel ve resim koleksiyonu yoktu. Bunun yerine, Germain Bazin'in ifadesiyle, "Princeton'daki modern İleri Araştırmalar Enstitüsü'ne veya Paris'teki Collège de France'a benzeyen" Helenistik dünyanın en iyi bilim adamlarından bazılarını cezbeden bir öğrenim kurumuydu.)
-Yunan tıbbında, tarihçiliğinde, Aristotelesçiliğinde ve Helenistik biliminde ortaya çıkan düşünce biçimini; 'mümkün olan en yüksek kesinlik için çabalamanın ortak özelliği' olarak tanımlayabiliriz. Romalıların bu Yunan düşünce tarzının 'bazı kısımlarını' benimseyip devralmaları zaman aldı; çoğu alanda bu bilinçli bir borçlanma süreciydi. Roma'da bilimin kurumsal arka planı, Latince ifade edilen öğrenmenin başlangıcı, ilk üç önemli yazar Varro, Lucretius ve Cicero, daha sonraki bazı imparatorluk yazarları ve bilimsel olarak kabul edilebilecek metinler ve Roma 'biliminin' çoğu 'hukuk' olarak kabul edilebilir. Genel olarak Romalılar teorik bilimle daha az, uygulamalı sanatlarla daha çok ilgileniyorlardı. Stahl'ın belirttiği gibi: Entelektüel tarihin harika çocuğu olan Yunanlılar, ilk önce fikir uğruna fikirleri ortaya attılar ve peşinden gittiler. Romalıların merak etmekten ziyade yapma eğilimi bir tür normale dönüşü temsil ediyor. (Philipp Roelli)
-Atina, Roma İmparatorluğunun bir eyalet kenti haline geldiği zaman, orada bulunan okullar Müze'nin gölgesinde kalmıştı; ancak yine de Helenizm’in kutsal merkezi olmaya devam etti. Siyasi ve ticari gücü kalmamıştı; ama felsefe vardı. Fakat şunu da söylemeliyiz ki, dördüncü yüzyılın sonunda dört tane önemli okuldan yalnızca bir tanesi ayakta kalmıştı.(George Sarton)
|
|
Tüm insanlığın çağlar boyunca yaşadığı aşamalar 'Bir Bireyin Olgunlaşma Evreleri' olarak düşünüldüğünde; Bu dönem bir 'Duyumsama Evresi' olarak düşünülebilir. Bu evrede birey (bilinç), duyuları, algıladıklarını deneyimlemek suretiyle, deneyim öncesi bilgisinin doğru ya da yanlış çıkması dolayısıyla algısının da bilincine ve algıladığının bir “şey” değil, bir özellikler birliği olduğuna varır. İlgisini algıladığı “şey” den algıya ve özelliklere yöneltir. (Acar 2016). Helenistik dönemde Batı felsefesi ve Antik Yunan felsefesi dönemidir. Felsefenin başlangıcı olarak sayılabilecek bu dönemin özelliği, insanın ilk defa kendi aklını kullanmaya ve keşfetmeye başlamasıdır. Bu dönemde efsaneler yerini kanıtlanmış kuramlara, dogmalar yerini akla, mitler (yaratılış) yerini doğal olaylara bırakmaya başlamıştır. Doğal Evrede; 'varlığın kendisinden hareketle ortaya çıktığı bir ilk unsur, dolayısıyla var olanları akılsal olarak açıklamamıza yarayacak bir ilke bulma çabasına girmekteyken' bu 'Duyumsama Evresi'nde artık insan, ilgisini; algıladığı şeyden algıya ve algıladığı özellikler birliğine yönlendirmeye çalışıyor gibi görünüyor.
-Platon, Sokrates öldükten sonra MÖ 4. yüzyılın ilk yarısında Atina’nın ünlü okulu olan ve bugünkü modern üniversitenin ilk örneği sayılabilecek Akademia’yı kurmuştur ve eserlerini orada yazmıştır. Bu dönemde felsefede akla dayalı bir ontoloji oluşturma çabaları, diğer yandan bilginin yapısını inceleyen, doğru ile yanlış arasındaki akıl yürütmenin ayrımını yapan mantık çalışmaları devam ederken, bir yandan Kinik okulu ile bir dünya vatandaşlığı düşüncesi filizlenmeye başlar. Devletin >>
duvarlarla çevrili ve dünyadan kopuk, kendi duvar sınırları içinde, kendi yaşam tarzı ve yasalarıyla yaşadığı bir dönemde Kinizm, kozmopolitizm fikrini o dönemin yasa, gelenek, yaşam tarzı ve inançlarına alternatif veya muhalif olarak ortaya sürmüşler, doğa ile bütünleşik bir hayat yaşamışlar. Bu nedenle Kinik kozmopolitizmi apolitik ve yıkıcıdır. Kiniklere göre: “Akıllı varlıkta, yani insanda, hayvanda bulunmayan, içgüdülere egemen olan akıl ortaya çıktığına göre, insan için doğaya uygun olma, akla uygun olmadır.” (Bulut 2019) Kinizme göre, insan kendi kendisine dayanmalıdır, ki erdemli, yani kendine yetebilen bir kişi olabilsin. İnsanın doğaya karşı geliştirdiği toplumsallık, büyük ölçüde gereksiz ve yozlaştırıcı nitelikler arz eder; kinikler buna karşı doğal ve sade yaşamı öne çıkarırlar. Daha sonra Sotacılıktan başlayarak, devlet, politika ve siyaset ile uyumlu olma çabası, Roma döneminden günümüze kadar kozmopolitizmi bir yaşam tarzından, bir dünya görüşünden, tüm insanlık için geçerli tek bir siyasi çözüm arayışına dönüştürmüş, amacında uzaklaştırmıştır. (Coşkun 2021)
-Bu zaman diliminde ve daha sonra Orta Çağ için de geçerli olmak üzere Yedi Özgür Sanat'tan bahsetmek anlamlı olabilir; Yedi özgür sanat (ya da yedi liberal sanat, Lat. septem artes liberales), >>
antikçağ okul ve eğitim dünyasında öğretilen çeşitli bilim ve sanat alanlarını belirtir. Daha sonra Orta Çağ felsefesinde de Skolastik okullarda öğretilen bölümler olmuştur. Bilimsel bilginin ilk sıfılandırılması ve belli başlıklar altında toplanması olarak düşünülebilir ancak bugün bildiğimiz bilim kategorilerinden çok farklıdır;
İlk olarak Trivium denilen Üçlü Grup, yani; Gramer, Mantık, Retorik, gelmektedir.
İkinci olarak da Quadrivium denilen Dörtlü Grup gelmektedir.Bunlar da; Aritmetik (soyuttaki sayı), Geometri (uzaydaki sayı), Müzik (zamandaki sayı), Gökbilim'den (uzay ve zamandaki sayı) meydana gelmektedir.
Yedi Liberal Sanat hep birlikte 'Düşük Fakülte' (Sanatlar) olarak adlandırılanlara aitti, oysa Tıp, Hukuk ve İlahiyat 'Yüksek' olarak adlandırılan üç fakültede kuruldu. Bu nedenle, Orta Çağ'da Düşük Fakültedeki öğretim görevlilerinin kendilerinin Yüksek fakültelerden birinde öğrenci olmaları oldukça yaygındı. Ayrıca, felsefenin tipik olarak kendi başına bir konu (ya da fakülte) olmadığını, daha ziyade dolaylı olarak mevcut olduğunu belirtmek de ilginçtir. Bu dörtlü, Platon'un Devlet'te ana hatlarıyla belirttiği müfredatın ikincil bölümünü oluşturur ve bu çalışmanın yedinci kitabında (Aritmetik, Geometri, Astronomi, Müzik sırasına göre) anlatılır. Quadrivium, erken Pisagor yazılarında ve Martianus Capella'nın De nuptiis'inde örtük olarak bulunur , ancak quadrivium terimi altıncı yüzyılın başlarında Boethius'a kadar kullanılmamıştır. Yüksek fakültelerin (özellikle teoloji) söylemlerinde 'yardımcı araç' olarak; Felsefenin teolojiden tamamen kurtuluşu ancak Ortaçağ döneminden sonra gerçekleşti. ( Wikipedia/Yedi Özgür Sanat)
-Platon'un felsefi hazırlıktaki "dörtlü yolu", aritmetik, geometri, müzik ve astronomiyi, tüm söylemin dayandığı dilsel temel olan dilbilgisi, retorik ve mantığın başlangıçtaki "üçlü yolunu" takip edecek yüksek çalışmalar olarak ortaya koydu. Onun Cumhuriyeti ilk ütopyayı, idealize edilmiş “yok-yer”i önerdi; bu, pratikte gerçekleştirilemez olsa bile, >>
arzu edilecek bir standart ve model belirleyebilirdi. Kadınların eğitimini savunması ve köleliğe yönelik eleştirisi bin yıl boyunca tartışmalı olmaya devam etti.
Onun radikal eğitim önerileri yakın geleceği şekillendirdi. Geleneksel Yunan paideia Homeros'u ezberlemekten ve temel aritmetiği öğrenmekten ibaretti; Platon, kölelerin kendilerine verilen görevleri yerine getirmeleri için ezberci eğitimine karşıt olarak, özgür doğanlara (liberi) layık bir “liberal eğitim” yarattı. Onun vizyonu, faydacı mesleki eğitimi tercih etmek için liberal sanatlara karşı dönse bile modern üniversitenin yakasını bırakmıyor. Platon'un kurduğu Akademi ile başlayarak, onun üç ve dörtlü yolları seçkinlerin eğitiminde standart hale geldi. Bu model Romalılara ve Boethius aracılığıyla Batı'ya trivium ve quadrivium olarak aktarıldı; Kilise daha sonra bu liberal eğitim planını, yavaş yavaş yöneticileri ve soyluları da içeren din adamlarını şekillendirmek için kullandı.
Böylece, eğitimli kişilerin bu dört dersten oluşan birleşik bir müfredata tabi tutulması anlamında, Platon'dan yaklaşık on sekizinci yüzyıla kadar sürekli bir dörtlü araştırma dizisi uzanır; bu müfredatta müzik (matematiksel armonik bilimi olarak) diğerleriyle birlikte geleneksel olarak incelenir. Takip eden bölümlerde, bu ortak dörtlü çalışmanın bazı sonuçlarını inceleyeceğiz; bu sonuçlar, yüksek öğrenimin temel taşı ve üniversite eğitiminin merkezi içeriği olduğundan çok daha güçlüdür. Quadrivium’dan özel olarak bahsedilmese bile, Isaac Newton'un zamanına kadar birçok eğitimli kişinin, müzik teorisi konusunda ortak bir deneyime sahip olduğunu ve bu deneyimin, onların temel öğrenme kaynağı olduğu kadar aritmetik, geometri ve trivium'un temel dil sanatları üzerine çalışma ("önemsiz" çağrışımlarının temelini oluşturacak kadar yaygın kabul edilir) ortak öğrenme fonunun da bir parçası olduğunu hatırlamamız gerekir. Her ne kadar bu araştırmaların çoğunu ilkokul (hatta yüksek) eğitimlerimizde paylaşmaya devam etsek de, müzik ve belki de astronomi de geride kaldı. Göreceğimiz gibi seleflerimiz için durum böyle değil. (P. Pesic 2014)
|
|
-Sanatta; Akdeniz’den Hindistan’a kadar büyük bir coğrafya ve barındırdığı kültürel öğelerle Helenistik dönem, dünya tarihine büyük katkı sağlamıştır. Öncelikle Roma İmparatorluğu’nu, daha sonra da günümüz Avrupa ve Yakındoğu kültürlerini yönlendiren bu kültürün yetiştirdiği sanat da farklı kültürlerin sentezini içinde barındırmıştır. Bu dönemde klasik çizgisinden sıyrılan Grek sanatına, yeni felsefelerin ışığında bir hümanizm, coşku ve hareket girmiş, ifade ön plana geçmiştir. Mimari yönden de daha planlı şehirler kurulmuş, bu da vatandaş olma bilincini doğurmuştur. Yeni inanç sistemleri kabul görmeye başlamış ve tanrı önünde insanın değeri artmıştır. Helenistik kültürün yayıldığı diğer kültürlerde ise Yunan sanatına özgü gerçekçilik bir ölçüde yerleşmiştir. (A.Öztürk 2016)
-Yunan teorik bilimi her zaman popüler çekicilikten yoksundu, çünkü nispeten az sayıda yetenekli kişinin eseriydi. Fiziksel dünyaya dair merakı gidermek için, amacı daha teknik, teorik incelemelerin sonuçlarını iletmek olan, el kitapları biçiminde bir popüler bilim geleneği ortaya çıktı. Romalılar, Yunan eserlerini tercüme ederek, başka sözcüklerle ifade ederek, intihal ederek ve sulandırarak yazılan el kitabı biçimini coşkuyla benimsediler. W. H. Stahl'ın belirttiği gibi, "Roma'da bilimsel bilginin yalnızca tek bir düzeyi vardı; el kitabı düzeyi". (Carl B. Boyer)
-Eğer Pappus'un yazdığı VIII. kitap Yunan mekaniğinin zirvesi ise, bütün koleksiyonunun da bir hazine olduğunu ve belli bir ölçüde Yunan matematiğinin doruk noktasını temsil ettiğini söyleyebiliriz. Bizans döneminde bu esere çok az şey ilave edilmiş ve Yunan bilimi hakkındaki bilgisini yüksek matematiğe duyduğu ilgiyle birlikte kaybeden Batı Dünyası Pappos'un bir araya getirmiş olduğu zengin materyalden istifade edememişti. Pappos'un toplamış olduğu veya keşfettiği fikirler Batılı matematikçileri çok geç tarihlere kadar harekete geçirmemiş, ancak sonunda harekete geçirdiği zaman, modern matematiğin yani analitik geometrinin, projektif geometrinin ve ağırlık merkezi metodunun doğuşuna yol açmıştır. Pappos'un küllerinden bu doğuş ya da yeniden doğuş dört yıl içinde (1637-1640) gerçekleşti. Böylece, sanki arada hiç bir şey olmamış gibi modern geometri ile Antik Çağ geometrisi arasında bağlantı kurulmuş oluyordu.(George Sarton)
-Oribasios'un hacimli eseri, dördüncü yüzyılın ikinci yarısında mevcut olan tıp bilgisi hakkında bize net bir fikir verir; bu dönemdeki tıp bilgisi ve tıbbi tecrübeler esas olarak pagan menşelidir, ve Oribasios'un Bizans döneminin ilk doktoru olduğu kadar, pagan doktorların da sonuncusu olduğu söylenebilir.(George Sarton)
-Heron ve Ptolemy Yunan bilginleriydi ama politik olarak Roma'nın hakim olduğu bir dünyada yaşıyorlardı. Arşimet'in Romalı bir askerin eliyle ölümü kazara olmuş olabilir ama gerçekten uğursuz bir olaydı.
Antik Roma, uzun tarihi boyunca bilime veya felsefeye çok az, matematiğe ise daha az katkıda bulunmuştur. İster Cumhuriyet döneminde ister İmparatorluk döneminde olsun Romalılar spekülatif veya mantıksal araştırmalara pek ilgi duymadılar. Tıp ve tarım gibi uygulamalı sanatlar büyük bir şevkle geliştirildi ve tanımlayıcı coğrafya olumlu karşılandı. Etkileyici mühendislik projeleri ve mimari anıtlar, bilimin daha basit yönleriyle ilgiliydi, ancak Romalı inşaatçılar, Yunan düşüncesinin büyük külliyatının anlaşılması açısından çok az şey gerektiren temel genel kabul görmüş prosedürlerden memnundu. Romalıların bilimle ne kadar tanışık olduğu, Augustinus Çağı'nın ortalarında yazılan ve imparatora ithaf edilen Vitruvius'un De Architectura'sından anlaşılabilir. Bir noktada yazar kendisine en büyük üç matematiksel keşif >>
gibi görünen şeyi anlatıyor: bir küpün kenarının ve köşegeninin ölçülemezliği; kenarları 3, 4 ve 5 olan dik üçgen; ve Arşimedes'in, kralın tacının bileşimine ilişkin hesaplaması. Yazar Marcus Vitruvius Pollio, özellikle ölçüm aletleri ve yaklaşık ölçümleri içeren problemlerle ilgileniyordu. Çapı 4 feet olan bir tekerleğin çevresi Vitruvius tarafından 12½ feet olarak verilmiştir, bu da 𝜋 için 3,1/8 değerini ima eder. Bu, Vitruvius'un eserlerinden muhtemelen az da olsa haberdar olduğu Arşimet'inki kadar iyi bir yaklaşım değildir, ancak Roma'nın amaçları açısından saygın bir doğruluk derecesine sahiptir. Bazen Mısır piramitleri ve Roma su kemerleri gibi etkileyici mühendislik eserlerinin yüksek düzeyde matematiksel başarıya işaret ettiği iddia edilir, ancak tarihsel kanıtlar bunu doğrulamıyor. Tıpkı eski Mısır matematiğinin aynı dönemde Babil'dekinden daha düşük bir seviyede olması gibi, Roma matematiği de aynı yıllarda Yunanistan'dakinden çok daha düşük bir seviyedeydi. Romalılar matematiksel dürtüden neredeyse tamamen yoksundu, dolayısıyla Vitruvius'unki gibi en iyi çabaları, Heron'un Yunanistan'daki çalışmalarında örneklendiği daha kötü sonuçlarla karşılaştırılamazdı bile."
Yunan matematiğinin M.Ö. üçüncü yüzyılın görkemli döneminde aynı yüksek düzeyde olmadığını gördük. Bunu bir düşüş takip etmiş, belki de Ptolemaios zamanında bir dereceye kadar durdurulmuş, ancak, yaklaşık MS 250 ila 350'deki "Gümüş Çağı" yüzyılına kadar etkili bir şekilde tersine çevrilmemişti. Geç İskenderiye Çağı olarak da bilinen bu dönemin başlangıcında, önde gelen Yunan cebircisi İskenderiyeli Diophantus'u buluyoruz ve onun sonuna doğru son önemli Yunan geometricisi İskenderiyeli Pappus ortaya çıkıyor. "Roma biliminin Yunanistan bilimiyle yıkıcı bir karşılaştırması W. H. Stahl tarafından sunulmuştur" (Roman Science-1962)
-Roma dönemine özgü gelişmelerden biri de, çeşitli alanlardaki bilgi edinme ihtiyaçlarını gidermek amacıyla, ansiklopedi adı verilen eserlerin yazılmasıdır. İlk ansiklopediler, özel alanlardaki o zamana kadarki bilgilerin bir araya getirildiği şekilde tasarlanmıştı. Ansiklopedi yazarlarının >>
ilklerinden biri olan Varro, M.Ö. 116 ile M.Ö. 27 yılları arasında hareketli bir yaşam sürmüştür. Bir çok savaşlara katılmış, Julius Caesar’ın kütüphanesindeki kitapların düzenlenmesi işinde çalışmıştır.
Yaşamı boyunca yazdığı yedi eserden en önemlisi olan Disiplin, dokuz bölümden oluşuyordu. Her bölüm farklı bilim dallarıyla ilgili yazılmıştı. Bunlar sırasıyla, Dilbilgisi, Tartışma ve İkna Etme Sanatı (Diyalektik), Hitabet Sanatı (Retorik), Geometri, Aritmetik, Astronomi, Müzik, Tıp, Mimarlık şeklindedir. Ortaçağ’daki yüksek öğretim kurumların da, bu bölümlerden, son ikisi olan tıp ve mimarlık çıkarılarak, geride kalan yedi bölümün ilk üçü trivium (üçlü), diğer dördü kuadrivium (dörtlü) adıyla birleştirilerek, düzenlenmiş hali ders kitabı olarak okutulmuştu.
Varro, hastalıkların, gözle görülemiyecek kadar küçük hayvancıklar vasıtasıyla bulaş- tıklarını ifade etmişti. Havada, suda yüzen bu hayvancıklar, insanların ağız ve burnundan vucuda girmek suretiyle, tehlikeli hastalıklara yakalanmaya neden oluyorlardı. Yaşamla ilgili düşünce tarzı şöyleydi: Devletler de tıpkı insanlar gibi, doğarlar (yani kurulurlar), büyürler, gelişirler ve sonunda çökerler (yani ölürler). |
|
-Helenistik çağ mimarisinde Klasik Grek dönemine ait bütün yapı unsurları dağılmış, yeni biçimler ortaya çıkmıştır. Bu yeni mimari unsurlardan daha sonra Romalılar da yararlanmıştır. Helenistik dönemin, İlk çağ sanatına katkısı belki de en çok şehircilik alanında ortaya çıkmıştır. İskender’in dünya hâkimiyeti düşüncesinin bir sonucu olarak yeni ve düzenli şehirler kurulmuş, planlı şehircilik ortaya çıkmıştır (Pasquier,1993:164; Bazin,1998: 89). Antik çağdaki stoa (=tek ya da iki katlı, uzunlamasına gelişmiş plan düzeni gösteren yapı), bouleuterion (=kent meclisi binası), gimnasium (= spor etkinliklerinin ve beden eğitiminin yapıldığı yer) gibi kamu binaları bu dönemde planlı bir şekilde yapılmaya başlanmış ve agora adı verilen bir alan çevresinde toplanmıştır (Pasquier,1993: 164). Yine bu dönemde toplantı salonları, kütüphane ve müzeler inşa edilmiştir. Mısır’daki İskenderiye Kütüphanesi buna güzel bir örnektir. Dor üslubu gerilerken Korint üslubu öne çıkmıştır (Bazin,1998: 89). (A.ÖZTÜRK 2016)
-Sosyo-ekonomik bir ürün olarak kent ve kent hayatının doğumu, örneğin Anadolu’da Priene gibi Yunan Devlet şehirlerinde doğa ile ilişkiyi koparmaya yeterli olmaz. Şehirler coğrafya, iklim, tarım, insanın doğasını ve sağlığını ön planda tutan konut ve görsel olarak doğanın bir parçası olmaya çalışan, her mimari yapısının manzarasına bile özen gösterilen yerleşimler olmaya devam eder. Hızlı ve kontrollü yerleşme ve büyüme imkanı olarak ızgara planlı şehirlerin, önceleri bütün bu doğal unsurlar ve doğanın insana ve insan sağlığına etkisi hesaba katılarak planlanıp, kurulup, geliştirildikleri ve yönetildikleri halde; M.Ö. 5. Yüzyıl’da Pers istilasına karşı bir şehirler birliği oluşturulup, bu istila sonrası merkezi askeri, siyasi güç birliği, Perslere ödenmek zorunda kalınan yüksek vergiler gibi sosyo-ekonomik koşullar yüzünden doğa ve doğanın etkisine öncelik vermekten koparılmaya başladığını görebiliyoruz. (Nisa Yılmaz)
Doğanın etkisini önceleyerek insan doğasına uygun mimarlık ve kent planlamayı bir kenara bırakalım, >>
artan vergileri ödeyebilmek için ormanları yok edip daha fazla ürün yetiştirebilmek amacıyla tarım arazilerine dönüştürerek, şehirlerin taşınmasına yol açacak kadar doğal dengeyi bozmaya başlanması da bu döneme denk geliyor diyebiliyoruz. Bakınız; ormanların kesilerek tarım arazisine dönüştürülmesi ve erozyon sonucunda önceleri liman şehirleri olan Efes, Milet, Priene, Mylus ve Herakleia’nın önemini yitirmesi ve kullanılmaz hale gelmesi. (G.Goltz’dan aktaran Nisa Yılmaz.) Ayrıca nüfus arttıkça ve tarım teknolojisi geliştikçe tarla, zeytinlik, meyvelik olarak kullanılmaya başlanan orman alanları, ticaret için gemi yapımı ve diğer kereste gereksinimleri de ormanların tüketimini hızlandırmıştır, (A.M. Mansel’den aktaran Nisa Yılmaz.) ancak, önceleri Yunan şehirleri, nüfus artışına çözüm olarak her evde doğan iki erkek çocuktan birini koloniler kurmak için İtalya, kuzey Afrika veya kuzeye, Karadeniz’e gönderiyorlardı. (Aşkıdil Akarca)
Bir diğer unsur olarak; düzenli ve planlı şehircilik ile, tarım ve mimarlık alanlarındaki teknolojik ilerleme ve bu bilgilerin ticaret yolu ile yayılması, yerel gurupların ayrıcalığının giderilmesi ve toplumsal örgütlenmelerin katılığının yumuşatılması; kendi kendine yeten toplulukların ekonomik bağımsızlıklarını yitirmelerine sebep olur. (Nisa Yılmaz)
Helenistik dönemde kentler yavaş yavaş bağımsızlıklarını yitirdiklerinden kurulan kırallıkların da etkisiyle Hippodamik planla birlikte anıtsallık da ön plana çıkmıştır. (Wycherley’den aktaran Nisa Yılmaz.)Kırallar gövde gösterisi yapmak amacıyla kentlere anıtsal yapılar armağan etmeye başlamışlardır. (Izgara Tasarlı kent Gelişimi-Nisa Yılmaz)
Önceleri küçük, kendi kendine yeten, ancak dışarıdan bir saldırı gelince diğerleriyle güç birliği yapan, her biri ayrı bir yılbaşı takvimi seçebilecek kadar özgürlüklerine düşkün Yunan Siteleri (Kent Devletleri) kenti bütüncüllüğü ile insanoğluna yakışan ve hem kırsal alanla dengeli bir dış ilişki, hem de hesaplı, kontrollü iç ölçümü gerektiren ortak bir ufuk olarak yeniden keşfetmiştir. (Bumin ve Benevolo’dan aktaran Yusuf Pustu)
Vatandaşlık nosyonu etrafında karmaşık bir hiyerarşiye sahip Yunan ‘Polis’i; hem merkezi bir iradeye kamusal aidatlar ödememiş, hem de yaşamlarını sürdürmek için devlete dayanmamış yüzlerce bağımsız köy hanesinden meydana gelmişti. (Morris’ten aktaran Yusuf Pustu)
Demokratik düşüncenin ve kurumlarını oluşmasında önemli bir tarihsel katkı sunan, bağımsız sosyal, siyasal, ekonomik ve askeri birliği ayrı ve bağımsız hukuki düzene sahip Yunan Siteleri, Helenistik dönemin sonunda, milattan önce birinci yüzyılda bu özelliklerini kaybetmeye başlar. (Coşkun 2023)
-ROMA SİTELERİ ve İMPARATORLUK M.Ö. 2.Y.Y. Her ne kadar yollar, köprüler inşa ettiyse de kent merkezi ve çevresi yönetimini, çevredeki ekili topraklardan sağladıkları gelirle zenginleşen bir meclise devreden ve bu kentlerin hukuki olarak bir merkeze bağlı olduğu imparatorluk kuran Roma; hamamları, arenaları, su kemerleri, anıtsal yapıları, pis, temiz su kanalları ve dikdörtgen biçimindeki surları ile soyut, kentlinin ne kuruluşuna ne de yönetimine katıldığı bir kent kavramı ve hayatı başlattı. Bir kentler federasyonu olan imparatorluk iradi değil, Roma’nın fetihleri ve dayatması ile oluşmuştur. (Benevolo, Liebeschuetz, Pirenne ve Kılıçbay’dan aktaran Yusuf Pustu.) Başka hiçbir yerde ve dönemde rastlanmadık bir şekilde Antik Roma, kamu alanlarına ve kamusal toplantılara tutkun olmuştur. (Roma İmparatoru Marcus Aurelius Antoninus, aklın ortaklığına dayanarak, tüm evreni bir kent olarak tanımlamış ve buna göre bir siyaset ve idare arayışına kapılmıştır. (Coşkun 2023)
Öte yandan Romalıların zamanı ölçmek için takvim >>
konusunu da gerek astronomik olarak gün, ay ve yıl döngüsü, sosyal uygulamalar olarak dini ve diğer törenler, gerek mevsimsel uygulamalarla ilgili olarak tarımsal faaliyetler ve nihayetinde siyasal otoritenin bir ihtiyacı olarak vergi zamanlarına göre düzenlemeye çalışmışlarsa da, en son karar olarak sürekliliğini koruyabilen Jülyen Takvimi eksikliklerinde dolayı daha sonra yerini Gregoryen Takvime bırakmıştır. "Ortalama olarak, bu dönüşümlü yıllarda gerçekleşir. Yılı ara aylarla hizalama sistemi en az iki kez bozuldu: ilki İkinci Pön Savaşı sırasında ve sonrasında oldu. Bu, ayrıntıları belirsiz olan ancak bir asırdan fazla bir süre boyunca ara ayları başarıyla düzenlediği anlaşılan MÖ 191 Acilian Ara Ay Yasası'nın reformuna yol açtı . İkinci bozulma MÖ birinci yüzyılın ortalarında gerçekleşti ve o dönemde Roma siyasetinin giderek daha kaotik ve düşmanca doğasıyla ilgili olabilir." ( Wikipedia/Roman Takvimi
-Romalılar, sağlık koşulları açısından da büyük gelişmeler gerçekleştirmişlerdi. Thermae adıyla bilinen Roma hamamları çok ünlüydü. Hamamlar hijyen sağlamalarının yanı sıra, sosyal amaçlara da hizmet etmekteydiler. Bir çok Roma evinde, tuvalet, boru ile boşaltım tesisatı içeren Cloaca Maxima adı verilen karmaşık kanalizasyon sistemleri vardı. Bazı tarihçilere göre, kanalizasyon ve boru tesisatında kullanılan kurşunun doğumlarda azalmaya, toplumda bireylerin güç kaybına neden olmasının kurşun zehirlenmesinden ileri geldiğini ileri sürdükleri bilinmektedir. Bu durum, Roma’nın çöküşünü hazırlayan nedenler içerisinde sayılmaktadır. (Bilim ve Teknoloji Tarihi) |
|
|