-HELENİSTİK FELSEFE (M.Ö.323-30) Büyük İskender'in MÖ 323'teki ölümünden MÖ 31 'deki Aktium Savaşı'na kadar Antik Yunanistan'daki Helenistik döneme karşılık gelen Antik Yunan felsefesidir. Klasik düşünürler çoğunlukla Atina'da yaşarken , Helenistik dönemin sonunda filozoflar Roma veya İskenderiye 'ye yerleştiler. Bu değişim, >>
Roma'nın ikinci yüzyılın ortalarından itibaren kazandığı askeri zaferlerin ardından geldi. Sulla'nın 87'de Atina'yı ele geçirmesi, Aristoteles'in el yazmalarının yok olmasına ve Roma'ya gönderilmesine yol açtı. Helenistik dönemin sonu pek felsefi bir şeyle örtüşmese de, Roma imparatorluk döneminde yavaş yavaş Antik Roma felsefesinin hakimiyeti hissedilir hale gelir. A.C. Grayling'e göre , çağın artan güvensizliği ve özerklik kaybı, bazılarını felsefeyi dış dünyadan içsel güvenlik aramanın bir aracı olarak kullanmaya yöneltti. Hayatı iyileştirmek için felsefeyi kullanma konusundaki bu ilgi, Epikuros'un "insanın acı çekmemesi için terapi sunan o filozofun sözleri boştur" iddiasında yansıtılmıştır.
-ŞİNTO MÖ.300 lerde Buda'nın öğretisinin Budizm olarak, Konfiçyüs'ün öğretisinin Konfiçyüsçülük olarak Japonya'ya getirilmesinden önceki doğa ile uyumlu erdemli yaşam gelenek ve ritüellerinin bir kısmı Şinto başlığı altında toplanabilir gibi görünüyor.
-KİNİZM (Kinik Okulu)
İnsanın doğaya karşı geliştirdiği toplumsallık, büyük ölçüde gereksiz ve yozlaştırıcı nitelikler arz eder; kinikler buna karşı doğal ve sade yaşamı öne çıkarırlar. Bu anlamda doğa ile uyumlu bir hayat yaşamayı ilke olarak öne sürmesi açısından Çin Dao , Şinto gibi öğretilerle benzerlik göstermesi söz konusudur. Mutluluğa ancak erdemle ulaşılacağını ve bu erdemin de dünyevi hazları yadsımakla mümkün olabileceğini (mülkiyet, aile, din vb. değer ve yargıları reddederek) savunulduğu bu okulun kurucusu;
-ANTİSTHENES (M.Ö.446-366)'e göre; ¨Bilgi, nesnelerin adlandırılması için ortaya konulan sözlerdir ve yargılarımız da bu sözlerin bir araya getirilmesinden başka bir şey değildir. Platon'un kavramları gerçek sayan yaklaşımından farklı olarak, gerçekçilik karşıtı bir nominalist (adcılık) düşüncenin söz konusu olduğu da söylenebilir.¨Kinizme >>
ün kazandıran, bu öğretiyi eyleme dönüştüren ve dolayısıyla kinizmin yayılmasını sağlayan Diogenes'tir.
-KSENOFON:(M.Ö.431-354) Sokrates'in öğrencisi olan Yunan filozof, yazar, tarihçi ve asker.
-PLATON (M.Ö.424-347) Bilgi ancak akıl yürütme ile kavranabilen, “sabit”, değişmez şeyler, idealardır.
-ARİSTOTELES:(M.Ö.384-322) Gerçek bilgi, somut, maddi oluş biçimlerinin duyumsanması ile elde edilen bilgidir.
-ARİSTOKSENUS (M.Ö. 364-350) Peripatetik ekolün bir sözcüsüdür. Pisagorcuların aklı duyusal yargının üzerinde yücelttiği yerde, Aristoksenus da öğretmeni Aristoteles gibi duyuların temel rolünü vurguladı: "Duyma yoluyla aralıkların büyüklüğünü değerlendiririz ve akıl yoluyla da onların işlevlerini kavrarız."
(P. PESIC 2014)
-KUŞKUCULUK, septisizm, skeptisizm veya şüphecilik, her tür bilgi savını kuşkuyla karşılayan, bunların temellerini, etkilerini ve kesinliklerini irdeleyen, ayrıca aklın kesin bir bilgi elde edemeyeceğini, hakikate erişilse dahi sürekli ve tam bir kuşku içinde kalınacağını, "mutlak"a ulaşmanın mümkün olmadığını savunan felsefi görüştür. Kurucusu;
-PYRRHON:(M.Ö.365-275) Abderalı Anaksarkhos'un öğrencisidir. Anaksarkhos ile İskender'in yanında Orta Asya'ya, Hindistan'a dek gitmiş ve buradan Doğu kültürü, Hint bilgeliğini öğrenmiştir. İnsanın görünüşleri aşıp gerçeğe ulaşmasının imkansız olduğunu düşünür ve yorumsuzluk, yargısızlık ilkesini savunur. Duygulara ve hislere hakim olunması gerektiğini öne sürer.
-EPİKUROSÇULUK (Epikürcülük Okulu) Epikurosçuların epistemolojisi ampiristti ve bilgi sonuçta duyulardan elde ediliyordu. Kurucusu;
-EPİKUROS:(M.Ö.341-270) Epikür, Septisizm de ve Stoacılıkta olduğu gibi, pratik felsefeye yani ahlak felsefesine yönelmiş ve bu alanda etkinlik göstermiştir. Epikür, bilgi konusunda duyumcudur. Yani, bilginin ancak duyular ile elde edilebileceğini düşünür. Bununla birlikte, duyulardan elde edilen bilginin ispata ihtiyacı olabileceğini de söyler. Bu doğrultuda episteme konusunda akla da önem verir. Ona göre duyuların bilgisi her zaman doğru olmayabileceği için, doğru bilgi ile yanlış bilgiyi ancak akıl ayırt edebilir. Dolayısıyla ona göre bilgi önce duyularımızla algılanmalı, ardından da akıl süzgecimizden geçmelidir.
-STOACILAR; (Stoa Okulu) Stoacılar bilgiye aklın kullanılmasıyla ulaşılabileceğini öne sürdüler. Stoacılık, yaşamın amacının Doğaya uygun yaşamak olduğunu ileri sürerek MÖ 3. yüzyılda Citium'lu
-ZENON (M.Ö.334-262) tarafından kuruldu. Ona göre, gerçek olan her şey maddidir. Fakat evren, pasif bir maddeden oluşmamıştır. Değişen bir yapısı olan düzenli bütün olan evrendeki pasif maddeden başka, doğadaki düzenleyici, aktif öğeyi temsil eden bir güç daha vardır.
>>
Zenon'a göre, Tanrı her şeydir. Yani, Tanrı bireyleri birbirleriyle birleştiren ateş ya da sıcak nefestir. O, doğanın içindeki akıl ya da rasyonel güçtür. Tanrı'nın ateş ya da rasyonel bir güç olduğunu söylemek, doğaya aklın ve akıl ilkesinin egemen olduğunu söylemekten başka bir şey değildir. Madde kendisinde bulunan bu akıl ilkesine göre davranır. Zenon, bilgi anlayışında, sözcüklerin düşünceleri ifade ettiğini, düşüncelerin ise, bir nesnenin zihin üzerindeki etkisi sonucu ortaya çıktığını söyler. Zihin, doğuştan boş bir levhadır ve düşünce dağarcığını dış dünyadaki nesnelerden etki aldıkça doldurur. Zenon, insan ve ahlak anlayışında, dünyanın bir parçası olan insanın da aynı şekilde maddi bir varlık olduğunu ve tanrısal ateşten pay aldığını söyler. İnsandaki bu ateş, onun ruhunu meydana getirir. O, insan ruhunun en iyi ifadesini akılda ve akıllılıkta bulduğunu savunur. Zenon'un ahlâkı ise, bir yandan akla ve bilgiye, bir yandan da doğal düzene boyun eğmeye dayanır. Yine Kinizm gibi doğa ile uyumlu yaşam sürme konusu Çin Dao öğretisini hatırlatmaktadır. “Akıllı varlıkta, yani insanda, hayvanda bulunmayan, içgüdülere egemen olan akıl ortaya çıktığına göre, insan için doğaya uygun olma, akla uygun olmadır.” ve “Akıl bizi erdeme yöneltir.” “Erdem, başka bir sonuç, ödül ya da korku ile değil, sadece kendisi için istenen, tüm yaşamı uyumlu kılmaya yönelik olan akla uygunluktur.” ( Bulut 2019) Kinizm'in doğaya uygun yaşam tarzının şehirlere Stoa okulu ile taşındığını ve ilerleyen zamanda özünü kaybedip amacını yitirdiğini düşünüyorum. ( COŞKUN 2021)
-CİCERO (MÖ 106-43)(Agnostik), Bilgi kuramı açısından, kesinliğe bağlanmak yerine olasılıkların yolunu izlemeyi yeğleyen, buna karşın ahlak alanında, dogmatik bir tavır sergileyip Stoacılara ve bu arada Sokrates'e yönelen Cicero, Latincenin felsefe dili olarak gelişmesine katkı yapmış ve bu arada, bilgi görüşünde daima skeptik kalmıştır. -SENECA (MÖ 4-MS 65) felsefe tarihinde, Roma Stoası ya da Yeni Stoa denen öğretinin üç kurucusundan ilki olarak nitelendirilir. Epiktetos ve Marcus Aurelius'un geliştirdikleri bu öğreti insanın bir istenç varlığı olduğu görüşüne dayanır. Seneca'nın başlıca özelliği, düşüncelerinin us ilkelerine ve istence dayanmasına karşın, yer yer derin duygusallıkla kaynaşmasıdır.
>>
Felsefenin mantık, ahlak ve fizik olmak üzere üçe ayrılması gereğini savunan Seneca, genellikle yaşamı kuramsal görüşlere değil yönlendirici bir yönteme bağlar. Mantığı da usa dayalı bir felsefe olarak niteler. Ona göre filozofun görevi insanları yetiştirmek, eğitmektir. Seneca'ya göre, ahlak soyut bir bilgi dalı değil yaşamın içindedir, insan davranışlarının, eylemlerinin kaynağıdır. Kişiye nasıl davranacağını, ne gibi bir yöntem benimseyeceğini gösteren doğadır, bu nedenle ahlaklı yaşamak doğayı izlemektir (naturam sequi). Bunu da ancak erdemle donatılmış bilge kişi başarabilir. Bilgenin erdemi, özgür istencidir.
-EPİTEKTUS (MS 55-135), ahlak konusunun üzerinde eski Stoacılardan daha çok durmuştur. Fikirlerini tekrar tekrar Sokrates'e atfederek amacımızın kendi hayatlarımızın efendisi olmak olduğunu savunur.
Epiktetos'a göre değişmez, bozulamaz ve fark gözetmeksizin tüm insanlar için geçerli olan varlıkların gerçek doğasını öğrenme yolunda öğrencilerini cesaretlendirmek Stoacı öğretmenin görevidir.
Şeylerin doğası iki kategoriye ayrılır: münhasıran kendi gücümüze bağlı olanlar (prohairetik) ve olmayanlar (aprohairetik).
-NAGARJUNA (MS 150-250) Buddha'nın öğretilerini mantık ve sebep-sonuç ilişkisi içerisinde incelemiştir. İskender ile Hindistan'a giden PYRRHON'un Uzak Doğu felsefesini öğrendiği kadar Kuşkuculuk felsefesini de oraya taşıdığı NAGARJUNA'nın felsefesinde tartışılır. Değilleme düşüncesine sahip Nagajuna'ya göre; bilge kişinin varlıkla ilgili olarak var mı yok mu sorusuna takılmadan, "ne var, ne de yok" diyeceğini, her şeye tepeden bakacağını ve tartışmadan susacağını savunmuştur.
-MAHAYANA OKULU Nagajuna'nın öğretisinde, bugün yeniden canladırılan NALANDA üniversitesnin mantık ve sebep-sonuç ilişkisindeki Tibet Felsefesi geleneğidir.
-PLOTİNOS (M.S.205–270), Neoplatonizmin kurucusu antik filozof. Plotinos'un mistik felsefesi Yahudi, Hristiyan, gnostik ve Müslüman filozoflara ve mistiklere yüzyıllar boyunca esin kaynağı olmaya devam etmiştir.
-ARİUS (M.S.256-336) ve ARİUSÇULUK Muhafazakar bir İskenderiyeli Arius'un teolojisi ve Tanrılığın doğası hakkındaki doktrini, İskenderiyeli Athanasius'un dikkate değer istisnası dışında, 3. yüzyılın çoğu Hristiyan teologuyla ortak bir tabiiyetçilik inancına sahipti.
-LAODİKYALI APOLLİNARİS (-382) Homeros ve Pindaros şiirleri biçiminde Eski Ahit'i ve imparator Julian'ın Hıristiyanların klasikleri öğretmesini yasakladığı Platoncu diyaloglar tarzında Yeni Ahit'i yeniden üretti . Ancak en çok Ariusçuluğun tanınmış bir muhalifi olarak bilinir.
-AUGUSTİNUS (354-430) Roma İmportorluğunun son döneminde önce pagan bir filozof olan Augustinus sonradan Hristiyanlığın koyu bir savunucusu olmuş ve Pagan fikirlere karşı büyük mücadele vermiştir.Daha sonra Aziz ilan edilmiştir.
En önemli eseri "De Civitate Dei" de ayırt ettiği iki tür insan topluluğuna veya şehre atıfta bulunur: dünyevi bir şehir (civitas terrena) ve göksel bir şehir (civitas caelestis) |
|
"Matematik" sözcüğü ilk olarak M.Ö. 550 lerde Pisagor okulu üyeleri tarafından, öğrenilmesi gereken şey anlamında kullanılarak ortaya çıkmış olup çoğul şekilleri Yunanca'da ta mathematika, Latince'de ise mathematica şekindedir. (mathēmata: astronomi, geometri, "sayılar" (aritmetik) ve müzik.)
Platon'un döneminde birçok yunan matematikçi ani ve şiddetli bir değişime girmiştir. Yunanlılar bu dönemde kendi yarattıkları geometrik çözüm yollarını geliştirerek geometrinin temel kuramlarını kullandılar. O yılların belki de en iyi matematikçilerinden biri olan
-DİOPHANTUS (M.S.200-284)yazdığı Arithmetica kitabının içerisinde bir bölümü cebire ayırarak, ilk kez cebirsel ifadeleri yazarken sembolleri kullanmıştır. ax2 + bx + c = 0 ifadesine sahip olan ikinci derece denklemleri üç gruba ayırmıştır:
(ax2+bx=c) ve (ax2=bx+c) ve (ax2+c=bx)
Yani birinci türde c negatif, ikinci türde b ve c negatif, üçüncü türde ise b negatiftir. Bu formüllerle işlem yapıldığında, pozitif kökler bulunmuştur. O zamanlar, negatif sayı kavramı bilinmemesine karşılık, ikinci derece denkleminin sayısal terimlerinde negatif terimleri kullanmıştır. İlerleyen zamanlarda sayı teorisinin ve kendi yarattığı Diophantus denklemlerinin çıkmasını sağlamıştır. Matematiğin geliştiği ilk dönemlerde
-İskenderiyeli PAPPUS (M.S.290-350) antik çağın son büyük Yunan matematikçilerinden biridir. İskenderiye doğumlu Helenleşmiş bir Mısırlıydı. Synagoge (Συναγωγή) ya da Koleksiyon (yaklaşık MS. 340) olarak da adlandırılan eseri ve Pappus teoremi ile bilinir. En iyi bilinen eseri olan Koleksiyon, matematiğin sekiz bölüme ayrılmış bir özetidir. Günümüze ulaşan kısmı geometri, Delos problemi, ve çokgenler gibi konuları ele almaktadır.
Yeni-Platoncu ve Eukleides yorumcusu Konstantinopolis'li Diodakos Proklos'un (411-485) Eukliedes'in birinci kitabı üzerine verdiği bilgilerden ya da Arap Ebu'l-Fazl el-Neyrizi (ölm.922) gibi yazarların eserlerinin skolastik yorumlarından öğrenildiği üzere, Stoacı matematikçi, astronom ve aynı zamanda Poseidonios'un (M.Ö.135-51) öğrencisi olan Rodos'lu Geminus (M.Ö. 1.yy) Matematiksel Bilimlerin Düzeni Üzerine adlı eserinde, metamtiksel bilimlerin kapsam alanını oldukça genişletmişti. Geminus'a göre matematiksel bilimler arasında aritmetik, geometri, mekanik, astronomi, optik, jeodezi, canonica (armoni bilgisi) ve lojistik (pratik hesap sanatı) yer alıyordu.
Yine Platon (M.Ö.427-347) filozofların ve devlet adamlarının eğitimlerinde öğrenmeleri gereken konuları aritmetik, geometri, astronomi ve "harmonik" olarak belirlemiştir. Platoncu düşüncede dört matematiksel bilime, özellikle de geometriye değer verilmesinin, bilim tarihi üzerinde belirleyici etkileri olmuştur.
"Matematiğin Kültürel Tarihi" - Zeki Tez -2011
-HERON (M.S.10 -70) memleketi İskenderiye. Roma dönemi antik Mısır'da faal olan bir Greko-Mısır matematikçi ve mühendisti. Genellikle antik çağın en büyük deneycisi olarak kabul edilir ve çalışmaları Helenistik bilimsel geleneğin temsilcisidir. Hero, bir sayının karekökünü yinelemeli olarak hesaplamak için bir yöntem tanımladı. Ancak bugün adı, kenar uzunluklarından bir üçgenin alanını bulmak için kullanılan Heron formülüyle yakından ilişkilidir. Ayrıca küp köklerini hesaplamak için bir yöntem geliştirdi. Ayrıca, en kısa yol algoritması tasarladı, yani bir çizginin bir tarafında iki nokta A ve B verildiğinde, AC+BC'yi en aza indiren düz doğru üzerinde C noktasını bulun. "Hiçbir keşif 3Boyutlu geometrinin temelini oluşturmaz. Ancak İskenderiyeli Heron en büyük katkıda bulunanlardan biridir." Heron'un çalışması, Metrica düzenli çokgenlerin, dairelerin ve konik kesitlerin özelliklerini tartışır ve böylece üçüncü boyutun keşfini ve anlaşılmasını başlatmıştır. 3Boyutlu Gemoetrinin babası ünvanı Heron'a atfedilebilir.
|
|
-EUKLEİDES (M.Ö.330-275) yılları arasında yaşamış İskenderiyeli bir matematikçidir. Öklid gelmiş geçmiş matematikçilerin içinde adı geometri ile en çok özdeşleştirilen kişidir. Geometri dünyasında kapladığı bu seçkin yeri kendisinin büyük bir matematikçi olmasından çok, geometrinin başlangıcından kendi zamanına kadar bilinen ismi ile Öğeler adını taşıyan kitabında toplamıştır.
>>
Öklid derlemesinin tutarlı bir bütün olmasını sağlamak için, kanıt gerektirmeyen apaçık gerçekler olarak 5 aksiyom ortaya koyar. Diğer bütün önermeleri bu aksiyomlardan çıkarır. Eğitimini Akademi'de tamamladıktan sonra İskenderiye’de büyük bir matematik okulu kuran Öklid, çağlar boyu matematikle ilgilenen hemen herkesin gözdesi olmuştur. Geometriyi ispat ve aksiyomlara dayalı bir dizge olarak işleyen 13 ciltlik kitabı “Elementler” bu alandaki ilk kapsamlı çalışmaydı. Kendinden önceki Tales, Pisagor, Platon, Aristoteles gibi matematikçi ve geometricilerin çalışmalarını temel alan Öklid’in bu yapıtı, iki bin yıl boyunca önemli bir başvuru kaynağı olarak kullanılmıştır. https://tr.wikipedia.org/wiki/ÖklidYunan kökenli bilim adamının bu eseri 8.yy'da Arapça'ya, 11.yy'da Latince'ye çevrilmiş, el yazmalarını saymazsak, 1482 de Venedik'te basılışından bu yana 1000'den fazla basımı yapılmış, dünyanın gelmiş geçmiş en çok basılan, çevrilen ve okunan ikinci kitabı olmuştur. Euklides'in kullandığı geometri aletlerinin yalnızca pergel ve gönye olduğu anlaşılmıştır. Bu konu daha sonra Farabi'nin Geometri'yi iki ayrı sınıfta incelemesinde de söz konusu olmuştur. İstanbul'daki Ayasofya'yı 6.yy'da inşa eden mimarlar Tralles'li (Aydın'lı) Anthemus ile Miletos'lu (Milet) İsidoros Euklides'in geometrik hesaplarını kullanmışlardır. ("Matematiğin Kültürel Tarihi" - Zeki Tez)
-ARKHİMEDES (M.Ö.287-212)
Antik tarihin en büyük matematikçisi ve tüm zamanların en büyüklerinden biri olarak kabul edilir. Bir dizi geometrik veriyi türetmek ve kesin olarak kanıtlamak için sonsuz küçük kavramını ve tükenme yöntemini uygulayarak modern kalkülüs ve analizi öngördü. Teoremleri, şunları içerir: bir dairenin alanı, bir kürenin yüzey alanı ve hacmi, elipsin alanı, bir parabolün altındaki alan, bir devrim paraboloidinin bir parçasının hacmi, bir hiperboloidin bir devrim segmentinin hacmi ve bir spiralin alanı. Ayrıca hacimler ve alanlar arasındaki oranları incelemiştir.
>>
Örneğin küre ve silindir; Küre, kendini çevreleyen silindirin hacminin üçte ikisi kadar bir hacme sahiptir. Benzer şekilde, küre, ayni silindirin alanının üçte ikisi kadar bir alana sahiptir (tabanlar dahil).

-APOLLONİUS (M.Ö.262-190)
Perge’li Apollonius, “Konikler” eserinde, analitik geometriye o kadar benzeyen bir yöntem geliştirdi ki, çalışmaları 1800 yıl kadar sonra, Kepler’in, Newton‘un ve Descartes’ın çalışmalarına temel oldu. Referans doğruları, çap ve tanjant uygulamaları, koordinatların modern kullanımından farklı değildir. Ancak, Apollonius analitik geometriye çok yaklaşmış olsa da, negatif büyüklükleri hesaba katmadığından, geliştirmeyi başaramamıştır. Yani, denklemler eğrilerle belirleniyor, ancak eğriler denklemlerle belirlenmiyordu. Koordinatlar, değişkenler ve denklemler, belirli bir geometrik duruma uygulanan ikincil kavramlardı.
(Analitik Geometri)
-HİPPARKHOS (M.Ö.190-120)bir Yunan astronom, coğrafyacı ve matematikçiydi. Hipparkos, matematiğin bir dalı olan trigonometriyi bulmasının yanında yer yüzündeki her noktanın yerini enlem-boylam dereceleriyle belirtme yöntemini ilk uygulayan kişi oldu. Matematiksel astronomide, trigonometrinin kurucusu olarak kabul edilir, ancak en çok ekinoksların devinimini tesadüfen keşfetmesiyle ünlüdür. Trigonometri geliştirdi ve trigonometrik tablolar oluşturdu ve küresel trigonometrinin çeşitli problemlerini çözdü. Güneş ve ay teorileri ile trigonometrisiyle, güneş tutulmalarını tahmin etmek için güvenilir bir yöntem geliştiren ilk kişi olabilir.
-MENELAUS (MS 70-140) Sphaerica’nın Arapça çevirisi Menelaus'un günümüze kalan tek yapıtıdır. Üç kitaptan oluşan bu çalışma, kürenin geometrisi ve gökbilimsel hesaplamalarda kullanımını konu almaktadır. Kitap, küresel üçgen kavramına giriş yapmakta ve Menelaus teoreminin kanıtına yer vermektedir. Bu çalışma 16. yüzyılda gökbilimci ve matematikçi Francesco Maurolico (1494-1575) tarafından Yunancaya çevrilmiştir. Küre üzerindeki jeodezikleri düz çizgilerin doğal analogları olarak tanıyan ilk kişi. (Bilim ve Teknoloji Tarihi)
-PTOLEMAİOS (M.S.100-170)
Batlamyus küresel astronominin sınırları içinde kalan klasik astronomiye ait hesaplamalar, küresel geometriye dayanmaktadır. Batlamyus'tan yaklaşık üç asır önce yaşamış olan Hipparkhos açıların kirişlerle ölçülebileceğini bildirmiş ve bir kirişler cetveli hazırlamıştı; ancak konuya ilişkin yapıtı kaybolduğundan, bu cetveli nasıl düzenlediği bilinmemektedir.
Bazı yayların kirişlerinin bulunması çok kolaydı ve bu kirişlere ana kirişler adı verilmişti; ama bunların dışındaki yayların kirişlerinin bulunması uzun işlemleri gerektiriyordu. Bu nedenle Batlamyus kirişler cetvelini hazırlarken bir dairenin içine çizilmiş dörtgenlere ilişkin Batlamyus Teoremi'ni (AB. CD + AD. BC = AC. BD) kullanmak suretiyle, açılar toplamı ve farkının kirişlerini (kiriş (A-B), kiriş (A+B), kiriş A/2, kiriş 2A gibi) bulma yoluna gitmişti.
|
|
Antik Yunanlar'ın gök bilimine yaptıkları en önemli katkı, yıldızları kadir derecelerine göre sınıflandırmaya çalışmış olmalarıdır. Astronomi terimi eski Yunanca'daki astron ve nomos (άστρον et νόμος) sözcüklerinden türetilmiş olup, «yıldızların yasası» anlamına gelir. wikipedia/Astronomi
Eski Yunan filozoflarının en ünlüsü olan Aristoteles (MÖ 384-322)'in savunduğu, Yer'in hareketsiz olduğuna ilişkin inanç Yeniçağ başlarına dek sürmüştür. Aristoteles'e göre eğer dünya dönüyor olsaydı bu hareketi hissetmemiz gerekir, rüzgar hep dünyanın dönüş yönünün tersine eser, bulutlar ve kuşlar geride kalırdı.
Eskiçağ'ın en büyük gözlem bilgini Nilaia'lı (İznik'li) Hipparkhos (MÖ 190-120)un astronomi konulu eseri günümüze erişememişse de Claudios Ptolemaios'un (Batlamyus MÖ 108-168) Almagest (Büyük Derleme) adlı ünlü yapıtı aracığıyla bu eser hakkında bilgi edinilebilmiştir.(Zeki Tez)
Almagest, asında bir astronomi eseridir, ama astronomi o dönemlerde matematiğin bir dalıydı. Bununla birlikte, zımni olarak anlattıkları gibi, bu astronomların asıl işi, sürekli olarak gözlemler yapıp bunları kaydetmek degil, bu gözlemlerin meydana çıkardığı gerçeklerin matematiksel izahını ve sentezini yapmaktı. (George Sarton)
-ARİSTHARKOS (M.Ö.320-250) 'güneş merkezli evren' sistemini öngörerek dünyanın güneş çevresinde döndüğünü söyler, güneşin büyüklüğünü ve dünyaya olan uzaklığını teleskop olmadan kestirmeye çalışır.
-HİPPARKHOS (M.Ö.190-120) 850'yi aşkın en parlak yıldızlardan oluşan, orijinali günümüze ulaşmayan, ilk doğru yıldız haritasını ve yıldız katalogunu hazırlamıştır. Ayrıca gözlemlerine dayanarak takımyıldızları tasvir eden bir gök küresi inşa etti. Ay'ın hareketinin tekdüze olmadığı, hızının değiştiği, uzun zamandır biliniyordu. Buna anomali denir ve kendi periyotu, anomalistik ay ile tekrar eder. Hipparchus, Ay'ın anomalisinin belirli evrelerinde Ay'ın üç konumundan parametreleri bulmak için geometrik bir yöntem geliştirdi.
>>
Hipparchus'tan önce, gökbilimciler mevsimlerin uzunluklarının eşit olmadığını biliyorlardı. Hipparchus ekinoks ve gün dönümü gözlemleri yaptı. Hipparchus'un çözümü, Dünya'yı Güneş'in hareketinin merkezine değil, merkezden biraz uzağa yerleştirmekti. Bu model, Güneş'in görünen hareketini oldukça iyi tanımladı. Bugün Dünya da dahil olmak üzere gezegenlerin Güneş etrafında yaklaşık elipsler halinde hareket ettikleri biliniyor, ancak Johannes Kepler 1609'da ilk iki gezegensel hareket yasasını yayınlayana kadar bu keşfedilmedi. Hipparchus ve onun öncülleri, astronomik hesaplamalar ve gözlemler için gnomon, usturlap ve çemberli küre gibi çeşitli araçlar kullandılar. Astronomi tarihçisi, matematik astronomu ve Paris Gözlemevi müdürü Jean-Baptiste Joseph Delambre, 18. yüzyılda (1821) astronomi tarihinde, Hipparchus'u Johannes Kepler ve James Bradley ile birlikte tüm zamanların en büyük astronomları olarak kabul etti.
-PTOLEMAİOS (M.Ö.108-168) BATLAMYUS, İskenderiyeli Yunan matematikçi, coğrafyacı, astronom ve müzik teorisyeniydi ve üçü daha sonra Bizans, İslam ve Batı Avrupa bilimi için önemli olan yaklaşık bir düzine bilimsel tez yazmıştır. 9.yy'da Arapça'ya tercüme edilmiştir. Bugün batı dünyasında Almagest adıyla anılan kitapta yer merkezli evren modelini kusursuz hale getirmiştir. Orijinal adı He Mathematike Syntaxis’tir. Yunan ve Babil uygarlıklarının gök bilgilerinin bir derlemesidir. Derlemenin çoğu kendisinden üç yüzyıl önce yaşamış olan Hiparkus'a dayanır. Bu eser daha sonra Megale Syntaxis (Büyük Derleme) olarak anılmış ve Arapçaya el-Mecistî biçimine dönüşmüş, daha sonra Arapçadan Latinceye çevrilirken Almagest olarak adlandırılmıştır. Almagest, on üç kitaptan oluşur;
>>
- Birinci Kitap, kanıtlarıyla birlikte yermerkezli dizge'nin ana çizgilerini verir;
- İkinci Kitap, Menelaus'un teoremiyle, küresel trigonometri bilgilerini ve bir kirişler tablosunu içerir; burada örnek problemler de çözülmüştür;
- Üçüncü Kitap, Güneş'in hareketini ve yıllık süreyi anlatır;
- Dördüncü Kitap, Ay'ın hareketini ve aylık süreyi konu edinir;
- Beşinci Kitap, aynı konularla ilgilidir. Ay'ın ve Güneş'in mesafelerini tartıştığı gibi, bir usturlabın yapılışı ve kullanılışı hakkında da ayrıntılı bilgiler sunar;
- Altıncı Kitap, gezegenlerin kavuşumları ve karşılaşımlarını, Güneş ve Ay tutulmalarını inceler;
- Yedinci ve Sekizinci Kitap, durağan yıldızlarla ilgilidir; meşhur devinme tartışmasını, Batlamyus'un durağan yıldızlar kataloğunu ve gök küresi aleti yapabilmek için gerekli yöntem bilgisini içerir;
- Geriye kalan beş kitap ise devingen yıldızların, yani gezegenlerin hareketlerine ayrılmıştır ve yapıtın en özgün kısmıdır.
Batlamyus'un Dünyası :
JULYEN TAKVİMİ Jül Sezar tarafından MÖ 46 yılında kabul edilen ve Batı dünyasında 16. yüzyıla kadar kullanılan takvim. Artık yıl hesaplamasındaki ufak bir fark sonucu yaklaşık her 128 yılda bir günlük bir kayma oluşturduğu için, 1582 yılında yerini Gregoryen takvimi almıştır. Jül Sezar o zamana kadar kullanılan
>>
takvimdeki karışıklıkları çözmesi için İskenderiyeli astronomi bilgini Sosigenes'ten yardım alır. Sosigenes bir yılı 365,25 gün alarak oluşan mevsim kaymalarını düzeltmeyi hedeflemiştir. Böylece 4'e tam bölünemeyen yıllar 365 gün olmuş, bu yıllardan artan çeyrek günlerse 3 yılın ardından gelen artık yıla eklenerek, artık yılı 366 güne çıkarmıştır. Ayrıca bir yılın 12 ay kalabilmesi için artık yıllarda aylar 6 ay 30, 6 ay 31 gün olacak şekilde düzenlenmiştir. Artık olmayan yıllarda ise yılın son ayından 1 gün çıkarılmıştır. Bu da o dönemde yılbaşı mart olduğundan dolayı şubat ayının artık yıllarda 30, diğer yıllarda ise 29 gün olmasını getirmiştir. Ayrıca takvim düzenlemesini yaptığı için Jül Sezar temmuz ayının ismini değiştirerek kendi adını (July) vermiştir.(Zeki Tez-2011)
-STRABON (MÖ 64-MS 24) Anadolu ve çevresinde yapmış olduğu geziler sırasında edindiği bilgileri onyedi bölümden oluşan Coğrafya isimli kitapta toplamıştır. Gezdiği gördüğü yerler olan İspanya, İngiltere, İtalya, Yunanistan, Anadolu, Karadeniz, Hazar De- nizi, Mezopotamya, Suriye, Arabistan, Mısır, İran, Hindistan’ı anlatmasının yanısıra, bu yörelerle ilgili tarihi olaylardan da bahsetmiştir. Bu eserinde Dünya’da bir okyanus bu- lunduğunu ve daima batıya gidildiğinde Hindistan’a varılabileceğini de anlatmıştır. Strabon'un Dünyası:
(Bilim ve Teknoloji Tarihi)
|
|
Sanatçıların saraylarda yer almasıyla bir saray sanatı doğmuştur. Yine bu dönemde, eski dönemlere ait sanat eserleri toplanmaya başlamıştır. Helenistik dönemi, diğer dönemlerden ayıran bir özellik olarak, klasik dönemde denenmemiş, farklı ifadelerin sanata girdiğini görürüz. Daha önce asla ele alınmayan konuların kullanılması da kişisel özelliklere değer verildiğini anlatıyor. Bu da sanatta yaratıcılık kavramının değerinin bu yüzyıllar içerisinde arttığını göstermektedir.
Klasik üslubun yerinde aşırı süslü ve gösterişli bir sanat doğmuştur. Klasik güzellik anlayışının yerine kişisel ifadeler önem kazanmaya başlamıştır. Helenistik heykelde gençlik, güzellik ve sağlıktan doğan kusursuzluk önemli değildir. Bunun
yerine insanın çeşitli dönemlerindeki durumları ve ruhsal ifadeleri değer kazanır. Yaşlı, genç, güzel, çirkin ya da acı çeken insan ifadeleri sıklıkla işlenmiştir. İdeal birimler
yerine karakterleri belirten özellikler yer almıştır. Bunun ana nedeni, krallara ait betimlemelerin tanrısal özellik taşımamasıdır. Tanrısal ifadelerdeki idealizm be nedenle
yerini kişisel özelliklere bırakmıştır. Önce krallar, sonra da sıradan insanlar bu farklılıklarla betimlenmiştir. Helenistik dönemin karakteristiği olan Stoa görüşüne göre insanın bağımsızlığına önem verilir. Doğaya uygun yaşama ve doğal olma esastır (Turani, 2000:178). Bu nedenle kişisel farklılıklar sıkça işlenmiştir. Ayrıca bu dönemde Epikuros’un felsefesi de döneme damgasını vurmuştur. Bu felsefeye göre kişinin mutluluğuna önem verildiği görülmüştür. Kişiyi mutluluğa götüren unsurlar incelenmiş ve sanat da bu yönde şeklini bulmuştur (Turani, 2000:178). Gelişen bireyci felsefeler ışığında, insanın tanrı ve kral karşısında değeri artmıştır, insani özellikler sanat eserinin önemli bir konusu olmuştur. (A.ÖZTÜRK 2016)
-PLATON (M.Ö.424-347), Devlet'inde; mathēmata olarak adlandırdıkları: astronomi, geometri, "sayılar" (aritmetik) ve müziği, algının gölgeli yanılsamalarından, "dünya" dediğimiz karanlık mağaranın ötesinde parlayan gerçekliğin tam ışığına doğru bir yolculuk olarak tasvir ettiği "felsefe" adını verdiği şeye götüren eğitimin merkezine yerleştirir. Bu arayış hem bedende hem de ruhta uyum gerektirir ve bunun için Platon mousikē ve gymnastikē'nin birleşik uygulamasını önerir; bu sadece akrobasi veya jimnastik değil aynı zamanda mousikē'nin hareket eden bedendeki canlı vücut bulmuş halidir. Eğitimin eş anlamlısı olarak “ritimlendirmek” ifadesini kullanıyor.(P. Pesic 2014)
-ARİSTOKSENUS (M.Ö. 364-350) Peripatetik ekolün bir sözcüsü olup, müzik ve ritim alanındaki teorisyenlerden biridir. Aristo’nun yanında öğrenim gören Aristoxene özellikle felsefe, etik ve müzik konularında 453 yazı yazmıştır. Sonraki bin yıldaki tüm müzik çalışmaları Boethius'a dayandığından, Aristoxenus'un müzikal ve matematiksel düşünce üzerinde güçlü etkileri olan metinleri on altıncı yüzyılda yeniden keşfedilene kadar karanlıkta kaldı. (P. PESIC 2014) Aristoxenus, müziği daha ampirik bir eğilimle inceledi. Aralıkların matematiksel oranlar yerine kulakla değerlendirilmesi gerektiğine inanıyordu, ancak Pisagor'dan etkilenmiş ve araştırmasında matematik terminolojisini ve ölçümlerini kullanmıştı.
-PTOLEMAİOS (M.Ö.108-168) BATLAMYUS,Daha sonra Ptolemy de Aristoxenus'a karşı Pisagorcuların yanında yer aldı. Arap bilim adamlarının Almagest (“En Büyük”) adını verdiği Batlamyus'un Matematiksel Kompozisyonu (Sözdizimi), Babilli, Mısırlı ve Yunanlı gözlemcilerin yüzyıllar boyunca süren gözlem verilerini sentezledi ve gezegenlerin hareketini daha önce görülmemiş bir doğrulukla tahmin eden ve bin yıl boyunca tartışmasız kalan teorik bir model sundu. Aynı zamanda Ptolemy'nin Harmonikleri, müzik öğrenimini astronomi çalışmalarıyla karşılaştırılabilir bir ölçekte sentezledi. Andrew Barker, Ptolemy'nin Almagest'iyle karşılaştırılabilecek şekillerde gözlemsel pratik ile teori arasında köprü kuran bu çalışmanın bilimsel başarısını vurguladı. Her ne kadar Almagest Araplar aracılığıyla aktarılmış ve on ikinci yüzyılda Batı'da kabul edilmiş olsa da, Harmonikler Batı müziği teorisi akışına ancak on altıncı yüzyılda yeniden girdiler. Bu eserin bazı kısımları daha sonra tercüme edildi, ancak günümüze ulaşan külliyatının tamamı ancak on yedinci yüzyılın başlarında mevcuttu. Göreceğimiz gibi, onun yeniden ortaya çıkışı sadece müzik çalışmaları açısından önemli değildi.
Almagest'inden farklı olarak Ptolemy'nin Harmonikleri bütünüyle aktarılmadı. Son Kitabı III, belirli astronomik konuları birleştiren ve bu konular arasındaki açık bağlantıyı zihninde gösteren ilgi çekici bir gövdedir. Özellikle Ptolemy, kendi yer merkezli sistemindeki gezegenlerin hareketlerini müzik modlarındaki değişikliklerle birleştirir; bunun için biz onun metabolē terimini tercüme etmek için modern "modülasyon" terimini kullanıyoruz; bu terimin birincil çağrışımları hem metabolizmanın dönüşümleri (burada yutulan gıda maddeleri sindirilmesi ve canlı ete dönüştürülmesi) ve bunun yanında politik devrim anlayışı, rejim değişikliği. Ptolemy, gezegenlerin (merkezlerine yakınlaşması veya uzaklaşması) "doğru hareketlerinin" müzikal mod değişimine paralel olduğu yollara dikkat çekiyor. Bu, eski uygulamaları, özellikle de MÖ 5. yüzyılın sonlarındaki Atina’nın “Yeni Müziği”ni yansıtıyor; Batlamyus'un tartışması müzikal modülasyonun astronomik bağıntılarını gösteriyor. Her ne kadar Harmonikler'in hayatta kalan metni bu noktada kopsa da, çalışmalarındaki müzik ve astronomi arasındaki ilişkilerin derinliği ve kapsamı hakkında net bir fikir vermeye yetecek kadarı hayatta kaldı. Bu bağlantı, güneş merkezli astronomi konusundaki tartışmalarda geri dönecek.(P. PESIC 2014)
|
|
Fizik, maddeyi, maddenin uzay-zaman boyunca hareketini ve davranışını, ilgili enerji ve kuvvetlerin varlığını inceleyen doğa bilimidir. Bir diğer bakıma fizik, en temel bilimsel disiplinlerden biridir ve temel amacı evrenin nasıl işlediğini anlamaktır. Eskiçağın Düşünce dünyasına damgasını vuran Aristoteles, mekaniğin özellikle kinematik, yani hareketin özellikleriyle ilgili dalında ciltler dolusu etkili görüşler ileri sürmüş, bu görüşler ikibin yıl boyunca bir yetke (otorite) olarak gündemde kalmış ve ardılları, deneyden uzak durarak yalnızca spekülatif (kurgusal) araştırmalara ilgi göstermiştir. Eskiçağ'ın Helenistik döneminde statik, mekanik, hidrostatik ve hidrodinamik dalında en parlak kişilik Siracusa'lı
-ARKHİMEDES (MÖ 287-212) olup, bu çağın ilk fizik eseri de onun tarafından kaleme alınmıştır. Arkhimedes 'bileşik kaplar' ilkesinin nedenin, 'sıvı düzeylerinin, yerin merkezinden eşit uzaklıkta olması' ile açıklıyordu. Bu tanımla; dünyanın küre şeklinde olduğu ve yerçekimi kuvvetlerinin doğası açık bir biçimde ifade edilmektedir. Arkimedes'in İskenderiye'li 'Museion'da çalışan kimi bilginlerle düzenli olarak yazışır ve ara sıra da Mısır'a giderdi. İskenderiye'li geometrici Euklides'in öğrencisi olduğu bilinmektedir. Meşhur 'Eureka' hikayesi ile bulduğu özgün ağırlık ölçme formülü Vitruvius tarafından da kullanılmış, 'Bana bir dayanak noktası verin, dünyayı yerinden oynatayım.' sözü Arkhimedes'e yakıştırılmıştır. Arkhimedes, kuramsal matematik bilgilerini, mühendisliğin mekanikle ilgili sorularına çözüm getirecek şekilde ilk uygulayan bilgindir.
Dönemin en ünlü bilim merkezi olan İskenderiye okulunun temsilcileri olarak İskenderiye'li KTESİBİOS (MÖ 3.yy.)Byzantion'lu PHİLON (MÖ 2.yy.) ve İskenderiye'li HERON (50-120) gibi otomat ustaları; akışkanlar statiği, pnömatik ve hidrolik konularına eğilerek çeşitli teknik makineler ve makine öğeleri geliştirmişlerdir. (hidrolik org, emme tulumba, su saati, hidrolik ve sifon düzenekleri, mancınık ve çeşitli savaş araçları, hidrostatik ve pnömatik otomatlar) Bunların öncellerinden Tarnetum'lu
-ARKHYTAS'ın (M.Ö.430-345), iç kısmında metal yaylar bulunan ve sıkışmış hava ile çalışan, dışı ahşaptan yapılı, uçan güvercin yaptığı söylenmektedir. Romalılar soyut ve kurgusal düşünce sistemleri üretmemiş, bilim, sanat ve din gibi toplumsal kurumları Antik dönem uygarlıklarından devralarak kendi yaşam biçimlerine uyarlamışlardır. Roma döneminde ünlü ozan
-Titus LUCRETİUS Carus (M.Ö.96-55) Demokritos'un atomcu düşünceleri üzerine açıklamalarda bulunmuştur.
-HYPATİA (370-415), İskenderiye'li ünlü astronom Theon'un (4.yy.) kızı olan ve Patrik Kyrillos'un (Kyril) (yönetimi 412-444) kışkırtmasıyla 415 yılında İskenderiye'li halk tarafından linç edilen ünlü kadın düşünür ve matematik bilgini, sıvıların özgül ağırlığını belirleyecek 'hidroskop' ya da 'hidrometre' diye adlandırılan aleti geliştirmiştir. Tüp şeklindeki bu aletin içine belirli bir ağırlık konularak özgül ağırlığı ölçülecek sıvıya daldırılmakta, areometre ya da dansimetrenin çalışma ilkesine benzer şekilde tüpün sıvıya batma derinliğinden hareketle sıvının özgül ağırlığı belirlenmekteydi.(Zeki Tez-2021)
|
|
Sokrates öncesi düşünürler yaşam hakkında çok soru sordular ancak özellikle biyoloji ile ilgili çok az sistematik bilgi ürettiler. Yine de atomcuların yaşamı yalnızca fiziksel terimlerle açıklama çabaları biyoloji tarihi boyunca dönem dönem ortaya çıkmıştır. Ama Hipokrat ve takipçilerinin tıbbî teorilerinin, özelikle mizaç kuramının etkisi kalıcı olmuştur.
-ARİSTOTELES (M.Ö.384-322) deniz canlılarının aytınrtılı gözlemlerini yapıyor; hayvanların oluşumu ve sınıflandırılması konusuna eğiliyor; Historia Animalium (ya da De Anima) (Hayvanlar üzerine Araştırmalar), De partibus animalium (Hayvan Bedeninin Bölümleri Üzerine), De Motu Animalium (Hayvanların Hareketi Üzerine), De İncesu Animalium (Hayvanların Yürüyüşü Üzerine), Parva Naturalia (Doğa Üzerine Notlar) ve De Generatione Animalium (Hayvanların Oluşumu Üzerine) gibi eserler veriyor. (Zeki Tez)
Düşünür Aristoteles Klâsik Antik Çağın yaşayan dünya hakkında en nüfuzlu bilginiydi. Her ne kadar doğa felsefesi hakkındaki ilk eserleri spekülatif olsa da biyoloji hakkında verdiği daha sonraki eserlerinin çoğu ampirik (deneyim) kaynaklıydı ve biyolojik nedensellik ile yaşamın çeşitliliği üzerineydi. Özelikle çevresinde bulunan bitki ve hayvanların nitelikleri ve yaşam biçimleri hakkında sayısız doğa gözlemi yapmıştır ve kategorizasyona büyük önem vermiştir. Aristoteles 540 hayvan türünü sınıflandırmış ve en az 50'sini keserek incelemiştir. Entelektüel amaçların ve formel nedenin tüm doğal süreçleri yönlendirdiğine inanmıştır.
Aristoteles ve ondan sonra 18. yüzyıla kadar gelen tüm Batı âlimleri, yaratıkların bitkilerden insanlara, giderek artan bir mükemmeliyet skalasında ( scala naturae ya da Büyük Varlık Zinciri) yer aldığına inanmıştır. Aristoteles'in Lykeion'daki halefi Theophrastus (MÖ 371-278), botanik üzerine Bitkilerin Tarihi adında bir seri kitap yazmıştır ki antik çağların botanik üzerine en önemli katkısıdır. Theophrastus'un kullandığı terimlerin birçoğu, örneğin meyve için carpos ve tohum kanalı için pericarpion gibi günümüzde hâlâ kullanılmaktadır. Gaius Plinius Secundus da bitkiler ve doğa hakkındaki bilgisi nedeniyle tanınmıştır ve zoolojik tanımlamaları bir araya getirmiştir. wikipedia/Biyoloji tarihi
-THEOPHRASTOS (M.Ö.372-287) Botanik biliminin kurucusu sayılır. Aristoteles'in halefi olan Theophrastos, Aristoteles'in ölümünden sonra, Akademi'nin başına geçmiştir. Aristoteles'in hayvanlar dünyasıyla ilgili sınıflamasını, bitkileri de kapsayacak şekilde genişletmiştir. Atina'da tıbbi bitkilerin yetiştirildiği bir botanik bahçesi kuruyor. Peri Phyton Historia (Bitki Araştırmaları Üzerine) ve Peri Phyton Aition (Bitkilerin Nedenleri Üzerine) adlı iki önemli eserinde bitkilerin sınıflandırılması ve filolojisi üzerine bilgiler veriyor.
-HEROPHİLOS (M.Ö.315-280) Khalkedon'lu (Kadıköylü) hekim ve anatomist insan bedeninde ilk kez bir açımlama (diseksiyon) yapıyor. Aynı zamanda 600 canlı mahkum üzerinde de canlı açımlama (vivseksiyon) çalışmaları yapıyor. Diseksiyon, Herophilos'un ölümünden 1600 yıl sonra, modern çağların başlarında Vesalius tarafından yeniden başladı. Damaların kan taşımasını belirledikten sonra atardamarın işlevini tanımladı. Nabız ölçme sistemini geliştirdi. Beyni, sinir sistemini, gözün yapısı ve görme duyusu ile ilgili sinir sitemini keşfetti. Terminoloji kullandı. Karaciğer, pankreas ve sindirim sistemi, tükrük bezleri ve genital organlar hakkında anatomik araştırmalar yaptı. (Zeki Tez)
-DİOSKORİDES (M.Ö.20-79)Perihyles Iatrikes (De Materia Medica) (İlaç Bilgisi Üzerine) adlı ünlü eserini kaleme alıyor. 5 bölümden oluşmaktadır. 660'den fazla bitkisel, 35 hayvansal ve 90 kadar madde ele alınmıştır.
Eser ilerleyen yüzyıllarda Arapçaya Kitab-al Haşayiş olarak çevrilmiştir.
Bu kitap 1500 yıl boyunca tedavi kitaplarının ana kaynağı olarak kullanılmıştır. Kitap 5 bölümden oluşur ve aşağıdaki gibi sıralanmıştır.
Bölüm 1. Kokulu bitkiler, yağlar, merhemler ve ağaçlar.
Bölüm 2. Canlılar süt ve süt mamulleri.
Bölüm.3. Kökler, usareler ve otlar
Bölüm.4. Otlar ve kökler
Bölüm 5. Şaraplar ve anorganik maddeler.
Kitapta geçen bitkilerin çoğu, Anadolu ve Akdeniz bölgesi bitkileri olup, halen tedavi amacıyla kullanılmaktadır. Bu kitap Anadolu tıbbı bitkilerin ve florası hakkında en eski ve en önemli kaynaktır.
-PİLİNUS (M.S.23-79) Yaşlı Pilinus (Galius Pilinus Secundus) 37 Ciltlik Naturalis Historia adlı ünlü eserini kaleme alıyor. Her ne kadar ansiklopedik bu kitabın ismi 'Doğa Tarih' anlamına gelse de içeriği; astronomi, matematik, coğrafya, etnografi, anropoloji, insan fizyolojisi, zooloji, botanik, tarım, bahçecilik, farmakoloji, madencilik, mineraloji, heykel, resim ve değerli taşlar hakkında, dönemin tüm bilgisini kapsamaktadır. (Wikipedia/Pilinius) Yararlandığı yazar sayısı 473 olup, çeşitli konularda topladığı veri sayısının 35.000 civarında olduğu söylenmektedir. Kullandığı verilerin her zaman güvenilir olmadığı görülmüştür. Eserinde uydurma ve güvenilir konular birbirine karışmış olmasına rağmen, bu eser, mükemmel bir derlemedir. (Bilim ve Teknoloji Tarihi)
-Bergamalı GALEN (M.S.129-216) tıp doktoru, bilim insanı ve filozof. Antik Roma'nın en önemli hekimlerindendir. Deneysel fizyolojinin kurucusu ve Roma dünyasının ilk spor hekimi olarak kabul edilmiş ve Hekimlerin İmparatoru, Şeyhû’s Seyadile (hekimlerin babası) gibi unvanlarla anılmıştır. Galen’in tıbbi görüşleri “Galenizm” olarak adlandırılır ve yüzyıllar boyunca tıpta etkisini sürdürmüştür. Tıbbın yanı sıra farmakoloji alanında da yeni teoriler geliştirmiştir. Öte yandan Galen'in İslam tıb dünyası üzerinde büyük etkisi olduğu bilinmektedir. Hipokrat'ın tıp bilimine tamamıyla hâkim olan Galen, bu bilim dalını orijinal ilkelere göre yeniden düzenlemiştir. Galen ününü özellikle araştırma metoduyla kazandı. Galen'e göre analizler hastalıkların incelenip iyileştirilmesinin temelini oluşturur. Anatomi çalışmalarını basit yapılı hayvanlar üzerinde yapmıştır. Berberi şebeği üzerinde yaptığı incelemeler onu insan anatomisi üzerinde çalışmaya yöneltti. Kas ve kemikleri ayrıntılı inceledi. Kafa sinirlerinin yedi çiftini ve kalp kapakçıklarını tanımladı. Toplardamar ve atardamar arasındaki farkları saptadı. O devirde atardamarın hava taşıdığı düşünülüyordu. Atardamarın hava değil, kan taşıdığını ortaya koydu. Tüm bunlara karşın kanın vücutta dolaştığını fark edemedi. İnsan sağlığının ve hastalığının dört vücut sıvısı (kan, safra, kara safra, balgam) arasındaki dengeye bağlı olduğuna inanıyordu.
-ORİBASİUS (M.S.320-403)Yunan tıp yazarı ve Roma imparatoru Julian'ın kişisel doktoruydu. Oribasius'un Julian'ın emriyle yazdığı başlıca eserleri (Synagogai, Latince:Collectiones medicae), daha önceki tıp bilginlerinin yazılarından alıntılardan oluşan iki koleksiyon, Galen ve Tıbbi Koleksiyonlardan ve Antik dünyanın diğer tıp yazarlarından alıntılardan oluşan bir koleksiyon olarak devasa bir derlemedir. Oribasios'unki gibi böylesine hacimli bir mirasın hakiki değerini takdir etmek hemen hemen imkansızdır. Eser, dördüncü yüzyılın ikinci yarısında mevcut olan tıp bilgisi hakkında bize net bir fikir verir; bu dönemdeki tıp bilgisi ve tıbbi tecrübeler esas olarak pagan menşelidir, ve Oribasios'un Bizans döneminin ilk doktoru olduğu kadar, pagan doktorların da sonuncusu olduğu söylenebilir. (George Sarton) |
|
-M.Ö.400 Felsefenin, akılcılığın ve muhakemenin başlamasıyla birlikte prestijli Mimari, ziyafet ve şölenler için spor salonları ve tiyatorlarıyla geniş saraylar inşa eder. Belki de Amerika dışında ilk küresel, kültür ve ticaret ağı doğdu.
HELENİSTİK KENTLERDE şehircilik ve mimari ilk kez örtüşmeye başlar. Priene, Pergamon, İskenderiye, Europos, Delos ve Rodos'ta tiyatrolar, tapınaklar, villalar, saraylar, kütüphaneler, stadyumlar ve sokaklar eşit derecede önemliydi.(A Global History of Architecture) Antik Yunan şehirlerinin merkezinde yer alan agora, sadece bir pazar yeri değil, aynı zamanda siyasi tartışmaların yapıldığı, sosyal etkinliklerin gerçekleştiği bir alandır. Antik Yunan tiyatrosu, sadece eğlence amaçlı değil, aynı zamanda ahlaki değerlerin öğretildiği bir kurumdur. Tiyatro yapıları, bu amaç doğrultusunda tasarlanmıştır.
-M.Ö.247 Birinci İmparator Qin Hanedanı tüm sınırları duvar ile çevrelemek ve bir ulus birliği yaratmak istemişti. Ağırlık ve ölçülerde, para birimi ve yazıda bir birlik getirmiş, neredeyse Roma İmparatorluğuna yakın bir zamanda merkezi bir otorite ve birlik kurmaya çalışmıştı. 1976 yılında kazılmaya başlanan 7000 gerçek boyutlu pişmiş toprak savaşçı heykelinin bulunduğu mezar, bu amaçlarının hiçbirini tamamlayamadan ölen imparatora aittir.(Nancy Steinhardt)
-Marcus VITRUVIUS Pollio (M.Ö.80-M.Ö.15)"De Architectura", "Mimarlık Üzerine On Kitap"ı yazıyor. Kitap, inşaat malzemeleri, yer seçimi ve hatta Mimarlık eğitimi hakkındadır. Dönemin Mimarisinin ayrıntılı bir eleştirisi. Dor, İyonik, Korint
>>
düzenleri, oranlar, firmitas, utilitas ve venustas (dayanıklılık, kullanışlılık ve güzellik). Vitruvius'un Roma Mimarisi üzerindeki etkisi çok azdı, ancak bu eserin bir kopyası 1414'te İsviçre'deki Saint Gall manastırı kütüphanesinde keşfedildiğinde, önündeki üç yüzyıl boyunca Avrupa'daki Mimari teorinin temeli oldu.
-Büyük İskender (M.Ö.336-323) ile birlikte Helenistik sanat ve kültür uzak doğuya kadar uzanmış, dünyayı siyaset, mimari ve felsefede değiştirmeye başlamıştır. Dolayısıyle Çin'de Buda'nın heykel sembolizmi başlar. Ağırlıkların ve
>>
ölçülerin standardizasyonu. İpek yolunu, Sardeis'i Susa'ya bağlayan ilk organize yol sistemi. Mısır ile ticari ilişkilerin artması Yunan Mimarisini, taşın yapıdaki kullanımından (stürüktür) başlayarak (daha önce duvarlarda kullanılmıştı), ziyafet ve festivaller sosyalleşmenin esas amacı olmasına rağmen, mitolojik hikayelerin tapınak mimarisine eklemlenmesiyle önemli ölçüde değiştirmeye başlar.
-Antik Yunan Mimarisinin mirası iki farklı yönde hareket ediyor:
1-Romalılar (M.Ö.27-M.S.330) tarafından batıya ve Avrupa'ya yayıldı. Yavaş yavaş kaybolsa da, fikirleri ve idealleri 15. yüzyılın başında Rönesans'la birlikte yeniden canlandı.
Romalılar özellikle mimari çalışmalarıyla ünlüydü. Roma mimarisi Yunan gelenekleriyle birlikte "klasik mimari" içinde gruplandırılır.
-İmparator Hadrian'ın Roma'daki Pantheon'u Pisagor numerolojisine dayalı inşa edilmiştir.
>>
Tapınağın dairesel planı, merkezi ekseni, yarım küre şeklinde kubbesi ve dört ana yöne göre hizalanması, evrenin düzenine ilişkin Pisagor görüşlerini simgelemektedir. Kubbenin tepesindeki tek oculus, monad ve güneş tanrısı Apollon'u simgelemektedir. Oculus'ten uzanan yirmi sekiz nervür ayı simgeliyor, çünkü yirmi sekiz Pisagor ay takviminde ayın sayısıydı. Nervürlerin altındaki kutlu beş yüzük, güneş ve ayın evliliğini temsil eder. (Wikipedia/Pisagor)
Panteondaki birçok tanrı ve tanrıça, onları ve tanrılaştırılmış kahramanları anlatan efsaneler, günlük hayatlarının bir parçası halindeydi. Doğal güçlerin yeterince açıklanamadığı ve bilimin yaygın olmadığı bu dönemde, bu inanışların halk üzerindeki etkisinin büyüklüğü daha iyi anlaşılmaktadır. (A.ÖZTÜRK 2016)

-Roma Cumhuriyeti boyunca Roma mimarisi üslup bakımından Yunan mimarisiyle neredeyse aynı olmuştur. Roma ve Yunan binaları arasında birçok fark olsa da Roma, Yunanistan'ın değişmeyen, formule edilmiş bina tasarımları ve orantılarından fazlasıyla etkilenmiştir. İki yeni sütun düzeni ve Etrüsk kemerinden alınan kubbe dışında Roma Cumhuriyeti'nin sonuna kadar çok az mimari yeniliğe imza atılmıştır. >>
-0 (MİLAT) ROMALILAR, toplamda yaklaşık 400.000 km olduğu tahmin edilen, taş döşeli, yaya yolları ve drenaj hendekleriyle çevrili yollarıyla bugün hala ünlüler. Romalılar betonu binalarda sulu kireç, puzolan külü ve yumruk boyutlu kayaların karışımı olarak kullanıyorlardı. Sanayileşmiş tuğla üretimi ve mobil fırınlar.
-Roma mühendisliği Roma'nın teknolojik üstünlüğünde ve mirasında büyük bir paya sahipti. Yüzlerce yol, köprü, su yolu, hamam, tiyatro ve arena inşa edilmişti. Kolezyum, Pont du Gard ve Panteon gibi birçok anıt Roma mühendisliği ve kültürünün mirası olarak hâlen durmaktadır.
MÖ 1. yüzyılda Romalılar sayısız cesur mimari tasarıma imkân veren betonu kullanmaya başladılar. Daha önceleri inşaat işlerinde mermer kullanılıyordu. Yine MÖ 1. yüzyılda Vitruvius muhtemelen tarihteki ilk bilimsel mimari inceleme olan De architectura'yı yazdı. MÖ 1. yüzyılın sonlarında Romalılar MÖ 50 yılı civarında Suriye'de icat edilen cam üflemeyi kullanmaya başladılar. Mozaik de Sulla'nın Yunanistan seferinden getirilen örneklerden sonra imparatorluk içinde çok popüler hale geldi.
ROMA VİLLALARI, atriyumlar, çeşmeler, yemek odaları, özel hamamlar, kuleler, sütunlar, balık havuzları, şölenin sosyal değerler üzerinde büyük öneme sahip olması, evde ebedi alev yanması, hatta bazı mitotlojik sembolizm ve ritüellerle ünlüdür.
-AUGUSTUS (M.Ö.27-M.S.14) ile Roma'nın yeniden inşa edildiği söylenebilir.Augustus ölüm döşeğinde, "Roma'yı çamur içinde buldum; size mermerden bir şehir bıraktım;" demiş, bu sözün düz anlamında kısmen gerçeklik olsa da Cassius Dio bu ifadenin imparatorluğun gücünü anlatan bir metafor olduğunu iddia etmiştir. Mermer, Roma'da Augustus öncesi dönemde de kullanılıyordu ancak Augustus dönemine kadar bir yapı malzemesi olarak bu kadar yaygın kullanılmamıştır. Antik Yunan kökenli bir mimari düzen olan Korint düzeni, Augustus çağı ve Roma'nın İmparatorluk döneminin baskın mimari üslubu olmuştur. Suetonius, Roma'nın Augustus ve Agrippa tarafından Klasik Yunan modeli uyarınca düzenlenmeden önce bir İmparatorluk başkenti olmak için uygunsuz olduğundan bahseder.
-M.S. 200 Greklerde bir liman ticaret kenti ile başlayan MILETUS, Helenistik dönemde yarı bağımsız bir şehir devleti haline gelir. Dini ve şarap ihracatı yapan bir şehir olduğu halde, Roma İmparatorluğu ile bir sağlık beldesine dönüştü. Yunan Tiyatroları, dikkatli ve stratejik bir şekilde doğal manzaraya yerleştirildi ve çoğu zaman dramatik manzaralara sahipti, oysa Roma tiyatrosu, Roma İmparatorluğu statüsü ve dini konuların bir sembolü olarak kentsel bir mimari unsur oldu. Zamanında Arşimet tarafından yapılmış olan, kürenin ve silindirin birbirlerine göre hesaplamaları üzerine inşa edilen eşsiz kubbesiyle PANTHEON; Bir heykel değil ancak ışık Roma Tanrısı Jüpiter'in sembolü oldu, Archeoastronomi'nin iyi hesaplanmış ve güzel bir örneğidir. Bina, doğudaki dini fikirlerin Roma'nın tam kalbine ithalatı olarak algılanabilir. ROMA'NIN DİKEY YÜZEYLERİ; Duvar, üzerinde bazı özel süslemeler ve heykeller ile ilk kez başlı başına bir mimari unsur haline geldi.Kasaba evleri ve kır villalarında ROMA'NIN BANYOLARI, özellikle şehirlerdeki hamamlar; havuzları, spor salonları, okuma salonları ve kütüphaneleriyle, sağlık, eğitim ve eğlence merkezleri haline geldi.
-M.S. 300 İmparator Konstantin, Hıristiyanlığı Roma Devletinin resmi dini olarak ilan eder ve bununla birlikte Levant'taki en geniş ve en uzun soluklu inşaat projeleri dönemine son verir.
2-Büyük İskender'le doğuya doğru gider ve Hint Mimarisi, 13. yüzyıl Khmer İmparatorluğu ve hatta 19. yüzyıl romantikleri üzerinde bile batılı ve batılı olmayan mimaride önemli bir etki yaratır.
-M.S. 400 Roma İmparatorluğu, Romalıların "barbarlar" olarak adlandırdıkları, ancak çoğunlukla agropastoralistler olan, İç Asya'nın bozkır bölgelerinden gelen göçebeler; Saksonlar, Hunlar, Vizigotlar ve Franklar tarafından ezildi ve Doğu-Batı Roma olmak üzere ikiye ayrıldı. Köy yaşamına ve köy ihtiyaçlarına alışkın bu kültürler, evlerini, Roma villasının üzerine ahşap ve sazdan yapmışlar, "village" kelimesi buradan türemiştir. Konstantinopolis'te Constantin'in ölümü üzerine Hristiyanlık, kabile halklarını pasifleştiren, onlara putperestler diyen, tapınakları ve sunakları titizlikle tahrip eden bir imparatorluk dini oldu. (A Global History of Architecture)
(Wikipedia/AntikRoma)
|
|